Türkiye Ekonomisi ve Medya Sahipliği
---Bu yazı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde sunulmuş olan "Türk Medya Sektöründe Sermaye İlişkileri" başlıklı çalışmanın sonuç kısmından Türkçe'ye kısaltılarak çevrilmiştir.---
Türkiye’deki mevcut medya sektörünün sahiplik yapısının arka
planında işleyen sistemi anlayabilmek için öncelikle Türkiye’nin
ekonomik yapısının anlaşılması gerekmektedir. Bu yapının
şifreleri ise Türkiye’nin büyüme odaklı ekonomisinin nasıl ve
hangi aktörler tarafından yönlendirildiğinde gizlidir. Ekonomik
büyümenin sektörel kompozisyonu ve yatırımcılar arasında bizim
çalışmamızda da gösterilmeye çalışıldığı üzere bir takım
bağlantılar vardır ve bu bağlantılar ekonomik ve siyasi
aktörleri medya gibi kritik bir alanda çıkar masasına
oturtmaktadır. Bu çıkar masasının işlevi öyle hayatidir ki,
son 10 yıllık iktidar döneminin siyasal başarısının
arkasındaki kumanda masası olduğuna dair yapılacak yorum abartı
olmayacaktır.
Türkiye’deki
siyasal sistemin devamlılığı ile ekonomik büyüme rakamları
arasında aksi neredeyse iddia edilemeyecek düzeyde yüksek bir
korelasyon vardır. Türk siyasal hayatının en başarılı
liderleri genelde halka vaat ettikleri maddi refahı ne kadar
sağlayabildikleri ölçüsünde bir değerlendirmeye tabi
tutulmaktadırlar. Bu değerlendirme sonucunda, halkın bu kişilerle
ilgili ürettiği kodlar çağdan çağa aktarılır hale gelmiştir.
Ortalama vatandaşın nazar-ı itibarında Turgut Özal’ın
karşılığı, onun döneminde literatüre girmiş olan “hayali
ihracat” “benim memurum işini bilir” gibi kavram ve deyişlere
rağmen “kalkınma” ve “büyüme”dir. Süleyman Demirel,
yakın akrabalarının maruz kaldığı yolsuzluk suçlamalarına
rağmen “barajlar inşa etmiş, ülkenin elektrifikasyonunu
sağlamış” liderdir. Bunun yanında Bülent Ecevit “Kıbrıs
Fatihi”dir, “Apo’yu yakalayan”, “Dürüstlük timsali”
bir kişidir ama petrol krizinin vurduğu ülkemizde halkı
kuyruklarda süründürmüş, yine 2001 krizini yaşatan kişi
olmuştur, dolayısıyla kodlanması negatiftir. Halkın ekonomik
refaha olan talebi öyle yüksektir ki, Hollandalı tarihçi Erik-Jan
Zürcher, “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi”1
isimli çalışmasında 2002 Genel Seçimlerinde, Milli Görüş
hareketinin içinden kopmuş Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Konya
gibi muhafazakar seçmenlerin yoğun olduğu, Siyasal İslamcı Refah
Partisinin kalesi olarak bilinen bir şehirde “yenilenme, büyüme,
refah” gibi vaatlerle söz konusu partinin çok üzerinde oy
almasına dikkat çeker. Modernleşme üzerine çalışmış Kemal
Karpat, Feroz Ahmad, Şerif Mardin, İlber Ortaylı, Çağlar Keyder
gibi birçok tarihçi Türk halkının refah talebine dikkat çekerler
ve “Siyasal İslamın esas hedefi” gibi vurgularla solun sürekli
polemik konusu yapmaya çalıştığı “şeriat istencini” zayıf
görürler.
Türkiye
ekonomisinin son 10 yıllık dönemi birçok ulusal ve uluslararası
yorumcu tarafından başarılı görülmektedir. 2001 krizi ile çok
fazla küçülmüş olan Türk ekonomisinin, 2002’deki siyasal
istikrar ortamıyla beraber toparlanmaya geçmesi ve tek parti
iktidarının devam etmesiyle 2008 yılındaki küresel krize kadar
ciddi bir ivme yakaladığı gerçektir. Fakat küresel krizin
bulaşıcı etkileri ve Türk ekonomisinin yapısal sorunlarının
çözülememiş olmasının yarattığı zayıflık nedenleriyle Türk
ekonomisi krizin etkilerinin yansıdığı 2009 yılında %4.7
oranında küçülmüştür. Bu tarihten sonra Türk ekonomisi
geçmişteki parlak dönemlerini arar hale gelmiştir. Bununla
birlikte, son 10 yıl içerisinde kişi başına düşen milli gelir
seviyesinin reel anlamda TL bazında yüzde 43 artmış olması
(nominal – dolar bazlı artış yaklaşık yüzde 300 olup,
hükümetin propaganda amacıyla kullandığı söyleminde kendisine
bolca yer bulur.) seçmenlerin oy verme saiklerini etkileyen en
önemli unsurlardan biri olmaya devam etmektedir. Bu gerçekler, Türk
ekonomisinin büyüme yapısının deşifre edilmesini
gerektirmektedir.

Bu rakamlar bize şunu
ifade etmektedir; eğer Türkiye’de iş yapmakta olan bir
yatırımcı, iş adamı iseniz kamunun dağıtacağı ihaleler sizin
için çok büyük önem arz etmektedir. Özel kesim yatırımlarının
2013 yılının ilk çeyreğinde yüzde 7.26 daraldığı, bunun
karşısında kamu yatırımlarında hızlı bir artış olduğuna
dikkat edildiğinde2,
Türkiye’de iş yapmakta olan işadamlarının mevcut iktidarla bir
şekilde iyi ilişkiler kurmak zorunda olduklarını anlamak
kolaylaşır. Bu “müsbet münasebetler” kimi zaman son günlerde
ülkemizi sarsmış olan rüşvet, yolsuzluk gibi illegal yollarla
tesis edilebilirken, kimi zaman da medya aracılığıyla legal bir
düzlemde ve iktidar lehine efektif bir şekilde kurulabilir. Kamu
eliyle yürütülen büyük projelere talip olan kimi şirketlerin
bir taraftan medya sektörüne yatırım yapmaları, onların
iktidarla ilişki kurabilmenin en iyi yolunun medyada iktidar
propagandası yapmak olduğuna dair bir düşüncelerinin olduğuna
karine teşkil eder. Zaten eğer böyle bir çıkar güdüsü
olmasaydı, bazı örnekler hariç neredeyse hiç kar etmediği
herkesin malumu olan bir sektöre doğası gereği kar
maksimizasyonunu hedefleyen basiretli tüccarların yatırım
yapmaları mantıklı olmazdı.
Türkiye’de
medya, sermaye ve iktidar arasında kurulan ilişkinin yatak
odasıdır. Bizim çalışmamızın da ortaya koyduğu üzere başta
inşaat ve enerji olmak üzere, liman işletmeciliği, finans,
hizmet, ticaret gibi sektörlerde iş yapan yatırımcılar bir
taraftan da medya patronu olmak istemekte ya da buna mecbur
bırakılmaktadırlar. Ceren Sözeri’nin http://www.t24.com.tr’de
yayınlanan ve bizim de çalışmamızda sıklıkla kullandığımız
18 Kasım 2013 tarihli yazısında belirttiği üzere, kimi medya
patronları bu sektöre siyasilerin ricası / baskısı ile
girdiklerini ifade etmişlerdir. Yukarıda belirttiğimiz kamu
sektörünün toplam ekonomi içerisindeki etkinliği nedeniyle
patronların devlet ile bir şekilde ilişki kurmak durumunda
olmaları, onları sermaye ve iktidarın yatak odası olarak ifade
ettiğimiz medyaya yatırım yapmalarını anlaşılabilir
kılmaktadır. Fakat bu durum liberal piyasa ekonomisi içerisinde
insan haklarına saygı aksiyomuna dayanan, sosyal ve laik bir hukuk
devleti olduğu anayasasının değiştirilemez maddeleri arasında
bulunan bir ülkenin özgür medya ortamı için tehdit
oluşturmaktadır. Öyle ki, hapisteki gazeteciler sayısına
bakıldığında Türkiye 2013 yılını 40 rakamıyla dünyada ilk
sırada tamamlamıştır. Medya patronlarının medyayı ideal
amaçlar doğrultusunda değil de, kamu ihaleleri için bir araç
olarak kullanma eğilimleri, gazetecileri siyasal iktidarın
karşısında tamamen güvencesiz bırakmaktadır. Bir taraftan
hükümetin, diğer taraftan patronun baskısı altında çalışmakta
olan gazeteciler, sendikal güvencelerden de yoksun olduklarından
bir kamu görevi olan gazetecilik mesleğini hakkıyla ifa
edememekte, etmeye kalktıklarında ağır bedeller ödemektedirler.
Son
dönemde Türk medya sektöründe yaşanan birçok el değiştirme
neticesinde oligopolistik medya düzeninin daha rekabetçi bir yapıya
kavuştuğunu söylemek ilk bakışta mümkünse de, farklı grup ya
da şirketlere ait görünmekle birlikte bir takım medyanın hükümet
yanlısı propagandayı neredeyse eş söylemlerle yürüttükleri
açıktır. Bu durum özgür medya ortamını tehdit etmekle
kalmamakta, birçok gazetecinin işsiz kalmalarına, sansür ve/veya
otosansüre maruz bırakılmalarına yol açmaktadır. Gezi Parkı
eylemleri, 17 Aralık Yolsuzluk operasyonları gibi baskıcı
hükümete karşı bireylerin ve kurumların seslerini yükselttiği
bir dönemde hükümetin medya üzerindeki baskısı gün geçtikçe
ağırlaşırken, medya patronlarının yukarıda deşifre etmeye
çalıştığımız ekonomik açmazları nedeniyle söz konusu
gayrimeşru taleplere mukavemet etme imkanları azalmaktadır.
Editoryal bağımsızlığın yitimi, reklam verenlere bağlı
yönetim anlayışları ve daralan konvansiyonel medya ortamları
nedeniyle bugün Türk medyası maalesef tarihinin en zor
dönemlerinden birini yaşamaktadır.
1 Zürcher, Erik-Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2009, sf. 417
2
Prof. Vefa Tarhan'ın 2013 yılı içerisinde çeşitli dönemlerde
http://www.t24.com.tr sitesinde yayınlanan dizi yayınlarında
yaptığı hesaplamalar.
Yorumlar
Yorum Gönder