Küçük Adamların Hikayeleri - All or Nothing

Anna
Karenina’nın o meşhur açılış cümlesinden ilham alırsak, sanırım daha rahat
kanaat geliştirebiliriz. Öyle ya, mutlu ailelerin hayatları sıradandır,
anlatmaya değmez. Ama mutsuz ailelerinki öyle mi? Her birinin kendine özgü
mutsuzlukları vardır, Tolstoy’un dediği gibi. Tam da Mike Leigh’in “All or Nothing”inde gördüğümüz küçük adamların hikayelerinde olduğu gibi. Kendi
yağında kavrulanların, sadece var olabilmek için bile envai çeşit problem
çözmek zorunda olanların mücadelelerinde gördüklerimiz gibi. Gerçekten de tüm
bunların yanında Kraliçe’nin yaşadığı hayat ne kadar ilginç olabilir ki? Filmde
Phil olarak görülen karakterin hayatı yerine Kraliçe Elizabeth’in saray
sefasını merak etmek pek olası değil. Tabi eğer boş entrikalar ve üretilmiş
huzursuzlukları dinlemekten keyif almıyorsak.
Phil, All or
Nothing’in baş karakteri olarak gözümüze çarpıyor. İnsan-ı kamil bir taksi
şoförü desek, abartmış olmayız. Az konuşan fakat öz konuşan, daha çok dinlemeyi
seven bir bilge. 8 saat çalışıyorsa, 5’i patronuna, 3’ü kendine. Geçinmekten
başka bir gayesi pek yok gibi gözüküyor. En büyük keyfi taksisine binenlerle
laklak etmek, onların hayatlarına dokunmak. Kendi bilincini onların
gerçekliğiyle ikame etmek. Hayat böyle akıp giderken de ne karısıyla ne de
çocuklarıyla neşeli bir anları oluyor. Evde sürekli maraz çıkaran işsiz ve obur
bir oğlan, ailenin saadet efektini hareketleriyle devamlı bozuma uğratıyor. Ne
var ki bir müsibet başlarına gelip de yeniden hayal kurmayı başlayınca filmin
hikayesi de yön değiştiriyor.
Ailenin kanını
emen Rhory bir gün evin bahçesinde top oynarken kalp krizi geçirip hastanelik
olunca, aile bireyleri unuttukları duyguları yeniden deneyimlerler. Phil oğlunu
mutlu edebilmek için bir Disney World turu düzenlemeye karar verir, söz gelimi.
Bunu gerçekleştirebilmek için de fazla çalışmayı göze alacaktır. Ve eşine olan
sevgisini ifade etmek gereği duyar. Karısı da ne zaman sonra ilk kez, Phil’i
hala sevdiğini fısıldayacaktır. Son olarak somurtkan ve umarsız kızları
Rachel’in gülümsediği bir an yakalanacaktır.
Peki filmi
gerçekten önemli kılan nedir? Filmin birçok sekansında gördüğümüz, banliyölerde
yaşayan insanların kendilerine özgü sorunlarla başa çıkma durumları mı? Kiminin
alkolizmi, kiminin vasat işçiliği yüzünden sürekli başlarına gelen kazalar mı?
Ya da kiminin hamile bıraktığı kız arkadaşı yüzünden yaşadığı pişmanlık mı?
Hikaye içinde
hikayenin olduğu, envai çeşit bunalımın iç içe geçtiği filmin bence en önemli
anı, Phil’in oğlu Rhory’nin hastaneye kaldırıldığı sırada başını alıp kırsala
gitmesidir. Bir an için kendini kapattığı dünyanın gerçekliğinden sıyrılıp,
gerçekten özgür olmak istemesidir. Gel gelelim bu istek, telefonunu açmasıyla
bir anda çekici suretinden sıyrılacak ve derhal yeni bir musibet Phil’in
hayatına şekil verecektir. Hayatının hiçbir aşamasında yalnız ve özgür
kalamadığını anladığımız Phil için kırsalın temsil ettiği şey o meçhul
özgürlüktür. Bir an için hayattan ve onun acımasız gerçekliğinden kopmasına
vesile olan, ne var ki pek de uzun süremeyen, adeta özgürlüğün bir simülasyonu
gibi kurgulanmış o başını alıp gidiştir. Hayat kümesinin çerçevesinden başını
bir kez olsun çıkarmak ve başka bir hayatın havasını solumak gibidir, bu. Ve bu
haliyle en değerli bir çabayı temsil etmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder