Genç Bir Kadının Açılım Anlayışı ve Kürt Olmak

Genç İzmirli kadın Kıbrıs Şehitleri caddesine alışveriş yapmak için çıkmıştı o gün. Kriz döneminin indirim fırsatlarını realize etmek istiyor, daha önce çok isteyip de alamadığı harika bluzları, rengarenk t-shirleri ya da Roma dönemi kölelerinin sandaletlerini anımsatan ama bir o kadar da şık ayakkabıları bugün, değerinin belki de yarısı fiyatına alabileceğini düşünüyordu. Kıbrıs Şehitleri caddesi birçok markayı bir arada bulabileceği nadir yerlerden biriydi. Fakat tabi ki Konak Pier’de, Park Bornova’da da gitmek istediği mağazalar vardı ve biliyordu ki oradaki birçok ürün tam ona göreydi. Üstüne giydiği her kıyafeti aslında kendine yakıştırıyordu, tek problemi hangisinin en çok yakıştığını saptamakla ilgiliydi. Ne de olsa hepsini alacak kadar parası yoktu. Daha doğrusu şehrin en güzel kafelerine gidebilecek, BMW ya da Mercedes-Benz sahibi arkadaşlarıyla dışarı çıkabilecek kadar yakınlığa sahip bir burjuva kızı olduğunu düşünüyordu. Yine de para biterdi, ailesinin ona verdiği miktar sınırlıydı.
Genç hatun, o gün her zamanki gibi yine çok güzel giyinmişti. Üstünde; bacaklarının büyük bir bölümünü açıkta bırakan bir şort altta yerini almış olduğu halde gögüslerini 100 metre ötedeki bir İzmirli Kürt’ün dikkatini celbedecek derece sarmış, hafif ter bulaştırdığı bir t-shirt vardı. T-shirt dönemin modasına oldukça uygun olarak garip garip İngilizce yazılar ve saçma sapan canavar karakterleriyle doluydu. Omzuna taktığı çantasının iki göğsü arasından geçen kayışı elbette ki çantanın kendisinden daha çok dikkat çekiyordu. Amerikan porno filmlerinin vazgeçilmez enstantanesi “American style” kenarda geçip gittiği ve geçerken bilinçaltında “biz bu ülkenin gerçek sahipleriyiz, sizlerse kölelerimiz!” fikrini tekrar tekrar pekiştirmesine neden olan Kürtler’in aklında çoktan vuku buluyordu. Bacaklar da filmin tamamlanması için yeterli bir sebepti. Ambians tamamdı, motor denebilirdi.
Genç kadın o gün, diğer günlerden farklı olarak köşedeki Sevinç Pastanesine biraz ilerideki gazete bayisinden satın aldığı Hürriyet Gazetesi ile girdi. Önce bir gazetenin 75 kuruş olmasına takılmıştı. Bayi sahibinin 75 kuruş diyen sesi algısına ilk olarak abartılı yansımıştı. Bir gazete 75 kuruş olabilir miydi? Bozuk paraları arayan manikürlü parmakları cüzdanının en dar yerinde çıkışı bulmak isterken aklına tam tersi bir soru geldi: Gazeteler Almanya’da ne kadardı? En son Berlin’e ailesiyle birlikte yaptığı gezi sırasında hiç gazete almamıştı. Fakat metroda devamlı gazete okuyan insanlar görmüş olduğuna göre gazete çok da pahalı bir şey olmasa gerekti. Ülkesinde hiçbir şeyin dengesi olmadığını düşündü, buna şaşırmasının da aynı oranda saçma olduğuna kanaat getirdi. Artık alışmalıydı.
Hürriyet gazetesinin ilk sayfasına bir göz attı ve belki de herkes gibi önce sürmanşete gözü takıldı. Yanında bir anda bitiveren garsonu fark etmeden şu cümleleri okudu: “Ayşe Arman türban takıp Fatih sokaklarına çıktı. Ayşe Arman’ın izlenimleri, yaşadıkları yarın Hürriyet’te!”
Zaten ne zaman bu tür haberler aynı gün gazetede yayımlanırdı ki? En son gazete aldığından bu yana bu işler de değişmemiş olsa gerekti. Olayı müthiş merak etmişti fakat haberi öğrenebilmesi için aklına düşen ilk şey yarını beklemekten ziyade yarın da gazete almak zorunda kalacağıydı. En iyisi babasına söylemeli ve onun eve getireceği gazeteyi okumalıydı. Evet evet, kesinlikle böyle yapmalıydı.
Derken Gazetenin manşetini okumaya başladı. Tam olarak şöyleydi: ”Kürt açılımına Minik Serçe’den tam destek!”
Minik Serçe? Sezen Aksu’ydu bu! Minik Serçe’nin ne olduğunu çözmüştü çözmesine ama Kürt açılımı da ne olsa gerekti? Kürtlerden oldum olası hazzetmezdi. Kolejde geçirdiği lise yıllarında erkek arkadaşları genelde içlerinden biri kaba bir harekette bulunduğunda birbirlerine Kürt derlerdi. Kürtler ona göre İzmir’i işgal eden Yunan ordusundan sonraki ilk işgalcilerdi. Hiç Kürt arkadaşı yoktu, sadece babası sayesinde tanıdığı birkaç Kürt aile vardı. Bu aileler de aynı kendileri gibi yaşayan, geneli müteahhit olan varlıklı ailelerdi. Türkçe konuşurlar, babasının rakı masasına davet edildikleri akşamlarda cümbür cemaat icabet ederlerdi. Bu ailelerin kızları ve oğulları biraz esmer olmakla birlikte giydikleri kıyafetler, gittikleri filmler falan hep aynıydı. Fakat neticede onlar Kürt’tü ve gelenekleri, görenekleri oldukça farklıydı. Babasının tabiriyle onlar mert insanlardı ama her an bir kazık atabilirlerdi. Ticarette acımak yoktu, dostluk yoktu.
Genç kadın hafif beli açılmış bir halde oturduğu sandalyesinde kambur bir şekilde oturduğunu fark ederek doğruldu. Minik Serçe’yle Kürtler arasındaki problemi çözmeye çalışıyordu. Şu satırlara çarptı gözleri: “Açılımınızı ailece canı gönülden destekliyoruz. Sürecin güzel bir şekilde tamamlanması için elimden geleni yapmaya hazırım. Annem ve babam, bu sürecin karşısında duranları iki cihanda lekeli kabul ediyorlar, ben de öyle görüyorum.” Sezen Aksu

İyi de dedi çilekli milkshake’ini yudumlarken, Kürtlerle bizim ne problemimiz var? Türkiye’de terör yüzünden ölen insanları biliyordu, onlara şehit dendiğini de. Fakat Kürtlerle terör sorunu arasındaki bağı kuramıyordu. Çünkü ona göre Kürtler ikiye ayrılırdı; Teröristler ve Müteahhit tanıdıkları gibi olan Kürtler. Eğer problem teröristlerle ilgiliyse, Kürt açılımı ifadesi hatalı değil miydi? Eğer yapılmak istenen teröre karşı değil ama Şehirli Kürtlere yönelik bir açılım sağlamak ise tüm bunlar hangi talebe göre şekilleniyordu? Babasının masasında birlikte rakı yudumladıkları o müteahhit tanıdıklarının tek derdi şehrin göbeğine bir rezidans yapmaktı. Bunun için de gerekli olan finansmanı sağlama sorunu onun kendince en büyük sorunuydu. Kürt müteahhitlere finansman sağlama konusunda yapılacak bir açılımın daha fazla destek göreceğini düşündü o an. Hükümet yine saçmalıyordu.
Hükümetin saçmalamasına alışmış bir “pure elit” ti o. Gündoğdu meydanına koştukları günü hala hatırlar ve hatırlatırdı. Ülkeye dini vesayet rejiminin geleceğine olan inancı tamdı! İzmirli büyük sanatçı Sezen Aksu’nun da benzer görüşte olduğunu düşünüyordu. Peki aynı Sezen Aksu neden şimdi Kürt açılımı denen ve ne olduğunu göz gezdirdiği Hürriyet gazetesi satırlarında göremediği, öğrenemediği şeyi destekliyordu? Minik Serçe’nin desteklediği şeyi desteklemeye hazırdı aslında, fakat ne olduğunu tam olarak anlayamıyordu. Ne hiç hazzetmediği Başbakan, ne ülkenin en ileri dincisi saydığı Başbakan Yardımcısı, Ne Milli Görüşçü Meclis Başkanı konu hakkında tek kelam etmiyordu. Herkesin yeni modası açılımdı. Açılımsa ona biraz göğüs dekoltesini çağrıştırıyordu. Bu adamların göğüslerle ne işi olabilirdi ki?
Genç kadın Sevinç Pastanesi’ndeki kısa istirahatinde Kürt açılımı meselesini okudu, anlamaya çalıştı. Neticede içinde demokrasi geçen, insanlara özgürlük getireceği söylenen bir şeyler vardı. Büyük Türk sanatçısı Sezen Aksu da bu açılıma destek vermişti. O halde bu şey iyi bir şey olmalıydı. Akşam eve gittiğinde Twitter’a gireceği 140 karakterlik iletiyi oluşturmuştu: Ne iktidari ne de ideolojisini günahım kadar seviyorum; ama açılımın başarılı olup, akan kanın durmasını istiyorum. Dua ediyorum.


İzmir kadınının platonik aşklarına bayılırım ben. 3 yılımı geçirdiğim İzmirde seviştiğim kadınlar oldu. Hepsi de bana aşık olduklarını söylediler, ben gittikten hemen sonra da kendilerine yeni sevgililer buldular. Ama asla unutmadılar beni. Platonik bir aşk olmasa bile platonik bir ilgiydi hep onlarla aramda olan. Bu platonik ilgiyi her zaman saygıyla selamladım.
Kürt açılımı meselesine Sezen Aksu da karışınca aklıma işte bu platonik ilgi geldi. Muhtemelen yukarıdaki Twitter iletisine benzer bir şekilde İzmirli ya da değil Türkiye’deki birçok insan benzer bir platonik ilgiyle yaklaştılar konuya. Acıların son bulacağı, anaların yaralarının kapanacağı, iki kardeşin birini devlet töreniyle diğerini teröristlerin hazır bulunduğu bir öğle namazıyla toprağa veren babaların hıçkıra hıçkıra ağlamayacağı günlerdi yakın olan. Türkiye’nin duygu yüklü vatandaşları bu istek ve duygularla yaklaştılar açılıma, iyi niyet gösterdiler ve oy verseler de vermeseler de bu hükümetten yana tavır sergilediler.
Peki noldu?

Büyük İtalyan yazar Italo Calvino, Örümceklerin Yuvalandığı Patika’nın önsözünde 2. Dünya Savaşı’nı yaşamış yazarlar olarak, bir döneme şahitlik etmenin getirdiği sorumluluğu anlatır. Elbette herkesin etkin bir rol oynayamayacağını söyler ama her yazar ya da entelektüel içinde benzer bir sorumluluğu hissetmiştir der. Bu anlamda dönemin tüm hatalarıyla, tüm acı ve vahşetiyle doğrudan değil ama dolaylı yönden yüzleşmeye karar verdiğini söyler. (Calvino,1947;13)

Ülkemizin kimi aydınları ve sanatçıları da, Yaşar Kemal olsun, Sezen Aksu olsun, sanırım bir de Hülya Avşar isimli kadın meydana çıktı ama ona nasıl hitap etmeliyim bilmiyorum, benzer bir sorumlulukla Kürt açılımı projesine destek verdiler. Tabi önerileri yok elbette, sadece destek veriyorlar. Yani eğer hükümet tüm Kürtlerin yok edilmesine hüküm buyursa kontrpiyede kalacakları bir pozisyon almış bulunmaktalar. Başka bir ifadeyle bulanık sudaki sazanın peşine düşmüşlere alkış tutmaktalar. Sazanın kim olacağı en sonda belli olacak.

Kürt açılımı konusunda işittiklerimiz belli: Kürt açılımı konusunda tarihi fırsatı yakalamış durumdayız. ( Ülkemizin birinci ağzından Amerika’nın artık PKK’yı desteklemeyeceği bilgisi verilmiş oldu.)
Kürt açılımının Amerika’nın projesi olduğunu söyleyenler bunu kanıtlamazlarsa namussuzdurlar, alçaktırlar.
Kürt açılımı büyük bir demokrasi sınavıdır.
"İmralı muhatabımız değil, onlar muhatabımız değil"
Falan filan…

Artık duymaktan bıktığınız, “iyi de somut öneriniz ne?” eleştirisini yapmayacağım. Ben de bıktım. Olayı sosyolojik bir açıdan çözümlemeye çalışacağım. Umarım tutarlı olabilirim.

Yukarıda Genç İzmirli Hatunun hikayesini anlatırken yaptığım ayrımı aslında tam olarak burada kullanmak için yaptım. Kürtler ülkemizde çok açık ve seçik olarak 2’ye ayrılmaktadırlar.

1) Şehirli- Asimile olmuş Kürtler
2) İsyan eden, PKK’yı destekleyen, Öcalan’ı önder kabul eden, ya da yerine başka bir Kürtçü teröristi önder kabul eden Kürtler.

Birinci grubun temel özelliklerinden en başında elbette ki bireysel fayda maksimizasyonu gelmekte. Şehirde yaşayan ve refah seviyesi yüksek Kürtler’in ilk derdi daha fazla refah sahibi olmak. Bu Kürtler zaten sadece Türkçe konuşuyorlar, İngilizce kurslarına ve üniversitelere gidiyorlar ve çok nadiren doğdukları ya da atalarının ait oldukları toprakları ziyaret ediyorlar. Bu tiplemeye en uygun ailelerden olarak gösterebileceğim bir aile şu anda AKP milletvekili olan Abdulkadir Aksu’nun ailesidir.

İkinci grubun en temel özelliği ise zaten sub-zero levelda yaşamalarından ötürü geliştirdikleri devlet karşıtı tepkileri idealize edebildikleri bir PKK varlığına dayanmalarıdır. Bu kitlenin derdi Kürtçe, Kürt dili, Kürt edebiyatı falan değildir. Ömürleri boyunca refah seviyesine ulaşamadıkları Türkiye Cumhuriyetinden ayrı, ondan kopmuş bir Kürdistan’da daha mutlu olarak yaşayabileceklerine dair inançtır. Bağımsızlık mücadelesi dillere destan Türklerin anlamaktan çok da uzak olmadıkları bir bağımsızlık ateşidir onlarda yanan. Terörist Öcalan da bu ateşin en önde gelen taşıyanı.

Türklerin Kürt isyanları neticesinde şekillenmiş devlet projeleri genel olarak 2. kısımda bulunan Kürtleri 1. kısıma geçirmeye çalışmak üzerine kuruludur. Bu konuda kimi zaman başarılı kimi zaman başarısız olunduğu açık. Fakat bilinen şey artık bu yöntemin işlemediği.

Açılımı “tırtlaştıran” temel olgular da iki tane. (Nedense konu hep düalist bir düzleme oturuyor. Bu bir avantaj da olabilir,dezavantaj da.)

1) Hükümetin açılımı
2) DTP’nin talepleri.

1.nin olmayan varlığından söz ediyoruz günlerdir. Ona artık herkes aşina olmuş vaziyette. Peki 2. konuda ne söyleyebiliriz? DTP’nin isteklerinin ne olduğunu biliyor muyuz? Öcalan’ın açıklayacağını buyurduğu paketten haberi olan var mı? DTP’nin 4 isteği diye bir Radikal manşeti hatırlıyorum. Şöyle ki:

1) Demokratik bir cumhuriyetin ruhuna uygun sivil bir anayasa oluşturulsun.
2) Anayasa’nın 66. Maddesi’nde ‘Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür’ deniliyor. Anayasa’da etnisiteyle ilgili ayrıntılara yer verilmesin. Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı vurgusu öne çıksın. Türkiye Cumhuriyetinin çok etnikli yapısı Anayasa’nın ruhunu yansıtan giriş bölümünde vurgulanabilir.
3) Kültürel haklar ve anadille ilgili talepler: Anayasa’daki anadil sınırlamaları ve eğitim hakkı önündeki engeller kalksın. Basın yayın alanında anadil kullanımıyla ilgili sorunlar giderilsin. Propaganda yasakları kalksın. Kamu kuruluşlarında ve sosyal-kültürel alanda anadilin kullanımı önündeki engeller kaldırılsın.
4) Yerel yönetimler ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan güçlendirilsin

1. Madde yeni bir madde değildir. Zafer Üskül’ün AKP’ye geçişiyle başlayan yeni- sivil- demokratik anayasa girişimleri pek demokrat hükümetimiz tarafından yine gündemden düşürülmüştü. İnanın bu düşüşte Kürtlerin bir suçu yok! Prof. Ergun Özbudun'un da!
2. Madde Prof.Baskın Oran ve Prof.İbrahim Kaboğlu tarafından yine bu hükümet döneminde hazırlanmış insan hakları raporuyla TBMM’ye sunulmuştu. Yargılandıkları davadan beraat ettikleri kararı daha geçen yıl çıktı!
3. Madde CHP’nin neredeyse Kürt Raporlarının tamamında geçiyor. Nazım Hikmet’in vatandaşlığa alınması, 301. maddenin değiştirilmesi gibi önemli işlere imza atmış göz boyayıcı hükümetin yapmak zorunda olduğu maddeler! Avrupa Birliği kriterlerinin en önemli başlıkları, herkesin hemfikir olduğu zemin. Kimin bir toplumun anadiliyle problemi olabilir ki?
4. Hahh..Sonunda düzgün bir maddeye denk gelebildik. Bu konudaki en radikal çıkışı sanırım Kenan Evren yapmıştı. Adam eyaletlere ayıralım olsun bitsin demişti! Bu maddedeki istekler en muğlak istekler olarak göze çarpıyor. Açıkçası DTP’liler 4.madde ile neyi kastettiklerini açıklamadıkları sürece süreç başlamayacak bile!

Çünkü süreç aslında tamamen DTPlilerle ilgili. Hükümetin Kürt açılımı dediği şeyin adını düzgün koymak gerek önce! Bu bir DTP açılımı! Ortada hiçbir somut girişim yok demiştik, yanılıyoruz. Aslında var; Başbakanın DTPli Ahmet Türk ile görüşmesi. Bu olay başlı başına bir açılımdır, gelgelelim kendi içinde bir soruna dönüşmüştür. Öcalancı Kürtleri temsil ettiği aşikar olan bir partinin lideriyle görüşen bir Başbakanın olduğu ülkemizde, Cumhurbaşkanı Öcalan'ı muhattap alamayacaklarını söylüyor. Pardon ama; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? 2. Kısıma ait Kürtlerin sorun teşkil ettiği ülkemizde onlara yönelik açılım yapmak üzere çıkmış olan iktidar hem onların siyasal organı olan partinin lideriyle görüşüyor hem de onların gerçek lideriyle muhattap olmayacağını söylüyor. Biri bizimle dalga mı geçiyor? Öcalan ile görüşmeyi siyasi geleceği açısından bir nevi intihar olarak gören kimi zat-ı muhteremler AKP'yi uçurumdan çekmeye çalışıyorlar. E madem çözüm yukarıda açıkladığım kimselere yönelik olacak ve siz de onların gerçek lideriyle görüşmeyeceksiniz, o halde toplumu neden gaza getiriyorsunuz? Neden insanları bam tellerinden vurup, herkese ana-baba-bacı-gardaş edebiyatı yaptırıyorsunuz? Şehit annelerini niye provoke edip, toplumu 2 cenaha ayırıyorsunuz? Kürt açılımını destekleyenleri vatansever, karşı çıkanları kandan medet umanlar olarak nitelendiriyorsunuz? Hele hele bunun bir Amerikan projesi olduğunu iddia edenleri neden namussuzlukla, alçaklıkla suçluyorsunuz?

AKP'nin artık alıştığımız bir taktiği var: Topluma herhangi bir sorunun çözüleceğine dair gazı veriyor ve sorun çözülemediğinde de suçu muhalefete atıyor. Bu olayda da büyük konuşmayayım ama böyle olacak gibi gözüküyor. Ya AKP'nin elinde bir sapka var ve bu şapkadan Öcalan çıkacak ya da AKP seçimlere doğru Kürt sorununu çözmek için çalıştıklarını fakat CHP- MHP ortaklığının bunun önüne engel koyduğunu söyleyecekler. Sonuç ne olacak? Kürtler, "ah canım hükümetim denedi ama olmadı. Olsun, yine de iyi niyetleri için oyum onlaradır!" mı diyecekler? Ya da CHP ve MHP seçmeni partilerine kızıp, kandan beslenenler mi diyecekler? Bu soruların cevapları oldukça net. Sular akacak, statüko devam edecek. Sezen Aksu da aldığı gazla Kürtçe şarkılar söylemeye devam edecek. Kürtler ölecek, Türkler vuracak. Türkler ölecek, Kürtler vuracak.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği Üzerine

Butimar’ın Boz Kanatları

Üniversitelerde Hazırlık Sınıfı Belirsizliği