Güçlü Ordu, Güçlü AKP!
İki olay, iki çok mühim olay oldu laf arasında:
1) TSK coştu, ayar verdi yine aleme.
2) Sadullah Ergin HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin görev alanlarını değil ama yapısını değiştirmek üzere bir "budama" faaliyeti başlatacaklarını açıkladı. (Her nedense buna yargı reformu adını takmış Milliyet Gazetesi. Bu reform mu, kadrolaşma mı belli değil!)
İkinci madde ile ilgili sonra yazacağım, çünkü fevkalade önemli ve derin.
İlk başlıkla başlamak gerekirse...
Malum, Orhan Pamuk arada sırada yabancı basına demeç verir. Türk basınını bayağı, şoven, yobaz vb. buluyor olsa gerek. 2008 Frankfurt Kitap Fuarı'nda da ne zaman yanına gitmeye çalışsam hep yabancı basın tarafından çevrelenmiş olarak görmüştüm. Türk basınına olan güvensizliğine bizzat kendisi tarafından Avusturya'nın Salzburg şehrinde tanık olmuştum. O zamanlar henüz piyasaya çıkmamış olan Masumiyet Müzesi üzerine bir "Lesung" yapmış, fakat bu okumanın bir Türk gazetesine haber olarak çıkmasını istememişti.
Velhasıl Orhan Pamuk bu sefer Rus basınına konuştu:
"Bazı çevreler, laikliğin tek yolunun, ordunun siyasete aktif müdahalesi olduğunu düşünüyor. Bu çok yanlış. Maalesef şu an asker tarafından desteklenen laiklik anlayışıyla, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu laiklik arasında dağlar kadar fark var. Bu Türkiye'nin çelişkisi."
Ayrıca;
"[...]Ordunun siyasete fazla müdahale ettiğini söyleyen Pamuk, bu yüzden de seçmenin AK Parti'ye yöneldiğini öne sürdü.[...]"
Baştan söylemem gerekirse Pamuk'un yukarıdaki fikirlerini destekliyorum. Bazı çevreleri "pure elit" olarak defalarca tenkit etmişliğim var ve bu da sanırım anti-darbeci biz ehl-i sünnetin "sine qua non"u olmuş durumda. Fakat mülakatın ilk kısmı değil de bence, ikinci kısmı son derece önemli. Zira ben AKP'yi vareden nedenlerin en başında asker karşıtlığının siyasallaşmasını görüyorum. 2002 seçimlerinin ardından 2007'de tescillenen başarıda kesinlikle bu var. Zaten AKP'nin bu asker karşıtı tavırla siyasallaşması sonucu karşı cenahta da askere daha çok bağlanma gözlemleniyor.
Ordunun siyasete olan ilgisinin son kanıtı 25 Ağustos günü ortaya kondu. Orgeneral İlker Başbuğ'un yayımladığı 30 Ağustos mesajında şu ifadelerle TSK, Kürt açılımı mevzusunda açıkça taraf haline gelmiştir.
"[...]Türk Silahlı Kuvvetleri;
- Ulus-devlet ve üniter-devlet yapısına hiçbir gerekçeyle zarar verilmesini kabul edemez.
- Kültürel farklılıklara saygılıdır. Ancak kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasını, başka bir ifadeyle siyasal temsil aracı olmasını, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası içinde mümkün göremez.
- Terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz.
- Demokrasinin sunduğu fırsat alanlarını kullananların, bireylerin en temel hakkı olan yaşam hakkını hedef alan terör faaliyetlerini hiçbir nedenle hoş görmelerini kabul edemez.
- Usul ve yöntem esası belirler, noktasından hareketle takip edilecek usul ve yöntemlerde özenli olunmasının gereğine inanır.
- Her konuyu tartışabilme özgürlüğünün, devletin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içermemesi gerektiğine inanır.
Türk Silahlı Kuvvetleri; Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri olan laiklik, demokrasi, sosyal ve hukuk devleti ilkelerine yürekten bağlılığı, üstün disiplin anlayışı, köklü gelenekleri, itidalli ve kararlı yaklaşımı, hepsinden önemlisi Türk milletinden aldığı güçle dün olduğu gibi bugün de ve yarın da üstlendiği her görevi başarıyla yerine getirmeye devam edecektir.
Şüphesiz ki; "Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye'dir.[...]"
Ordu'nun ulus devlet fikrinden yana olmasını anlayışla karşılayabiliriz. Her ne kadar bir gün siviller; "Arkadaş yeter artık, ulus-devlet kalksın, bölge devlete falan geçelim" diyebilirlerse ve bu onların hakkı da olsa bile, şimdilik TSK'nın bu duyarlılığını anlayışla karşılayabiliriz.
Gelgelelim ulus-devlet konusunda yapılan uyarının ardından gelen madde oldukça tehlikeli bir maddedir. Kültürel farklılıkların, yani Türklerden farklı olarak Kürtlerin denmek isteniyor, siyasallaşmaları, yani DTPlileşmeleri, Anayasaya aykırıdır deniyor. Yani TSK, adeta bir Yüksek Mahkeme gibi siyasete nizam veriyor, devlet büyüklerinin zihnine "balans ayarı" yapıyor. Bununla da kalmıyor, Öcalan ile yapılacak öyle ya da böyle bir temasın da mümkün olamayacağı söyleniyor. (Gerçi buradaki ifade daha çok TSK'nın kendisini bağlar vaziyette. Yani siz isterseniz görüşün ama TSK'dan bunu istemeyin gibi)
Kısacası TSK, gündemin bir numaralı maddesi olan Kürt açılımı konusuna açık ve net olarak değiniyor ve bu konuda taraf olduğunu ilan ediyor. Bu tarafgirliğini de Anayasa konusunda görüş bildirerek, yani askerin hiçbir surette hiçbir ilgisinin olamayacağı bir konu üzerinden şekillendirerek gösteriyor. Orhan Pamuk'un ifadeleri de muhtemelen bu bildiri üzerine geliyor.
Peki bu neye yarayacak? TSK Kürt açılımı konusuna muhalif olarak ve siyasetin tam ortasından dalarak iyi mi yaptı? Zaten böyle bir açılım yapmaya muktedir olmayan bir iktidar varken ve tüm bu yaşananlar birer halüsinasyon gibi toplumun zihninde gerçekleşiyorken, TSK 27 Nisan e-muhtırasında yaptığı gibi çıkıp yine neden AKP'nin işine yarayacak lüzumsuz açıklamalarda bulunuyor? TSK görev ve yetkileri arasında ne yapıp edip AKP'nin tekrar iktidar olmasının mümkünatının sağlanması gibi bir madde mi var? Yoksa Genelkurmay Başkanları bu tür açıklamalar yapmadan yatağa yattıklarında rahat uyuyamıyorlar mı? Aklı başında laiklerin artık ordunun siyasete bulaşma hevesliliğinden tiksindiklerini göremiyorlar mı? Dahası demokrat ya da değil, her Genelkurmay Başkanı neden hep böyle gereksiz şeyler yapma peşinde? Bu görev bilinci mi, vatan sevgisi mi, yoksa başka bir şey mi? Bu soruların tamamı beynimde uçuşuyor.
Kıssadan hisse; dünyanın görmüş olduğu en ağır 2. krizi yaşayan tüm dünya ülkeleri gibi ekonomiyi düzeltmeyi konuşmak yerine Amerika tarafından görevlendirilmiş, çapsız hükümetimiz sayesinde gündemimize yapay bir şekilde sokulmuş olan Kürt açılımı saçmalığını tam da bu "oya tapan" hükümetin kafasına geçirecekken yine pek mukaddes Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli komutanları sayesinde hükümetin rant zengini oluşunu izlemeye başladık ya, sanırım Türkiye'nin tüm "pure elit"leri şimdi yataklarında Başbuğ'un verdiği o derin (!) mesajın güveniyle, huzur ve mutluluk içinde uyuyorlardır! Her birine tatlı rüyalar diliyorum efendim!
1) TSK coştu, ayar verdi yine aleme.
2) Sadullah Ergin HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin görev alanlarını değil ama yapısını değiştirmek üzere bir "budama" faaliyeti başlatacaklarını açıkladı. (Her nedense buna yargı reformu adını takmış Milliyet Gazetesi. Bu reform mu, kadrolaşma mı belli değil!)
İkinci madde ile ilgili sonra yazacağım, çünkü fevkalade önemli ve derin.
İlk başlıkla başlamak gerekirse...
Malum, Orhan Pamuk arada sırada yabancı basına demeç verir. Türk basınını bayağı, şoven, yobaz vb. buluyor olsa gerek. 2008 Frankfurt Kitap Fuarı'nda da ne zaman yanına gitmeye çalışsam hep yabancı basın tarafından çevrelenmiş olarak görmüştüm. Türk basınına olan güvensizliğine bizzat kendisi tarafından Avusturya'nın Salzburg şehrinde tanık olmuştum. O zamanlar henüz piyasaya çıkmamış olan Masumiyet Müzesi üzerine bir "Lesung" yapmış, fakat bu okumanın bir Türk gazetesine haber olarak çıkmasını istememişti.
Velhasıl Orhan Pamuk bu sefer Rus basınına konuştu:
"Bazı çevreler, laikliğin tek yolunun, ordunun siyasete aktif müdahalesi olduğunu düşünüyor. Bu çok yanlış. Maalesef şu an asker tarafından desteklenen laiklik anlayışıyla, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu laiklik arasında dağlar kadar fark var. Bu Türkiye'nin çelişkisi."
Ayrıca;
"[...]Ordunun siyasete fazla müdahale ettiğini söyleyen Pamuk, bu yüzden de seçmenin AK Parti'ye yöneldiğini öne sürdü.[...]"
Baştan söylemem gerekirse Pamuk'un yukarıdaki fikirlerini destekliyorum. Bazı çevreleri "pure elit" olarak defalarca tenkit etmişliğim var ve bu da sanırım anti-darbeci biz ehl-i sünnetin "sine qua non"u olmuş durumda. Fakat mülakatın ilk kısmı değil de bence, ikinci kısmı son derece önemli. Zira ben AKP'yi vareden nedenlerin en başında asker karşıtlığının siyasallaşmasını görüyorum. 2002 seçimlerinin ardından 2007'de tescillenen başarıda kesinlikle bu var. Zaten AKP'nin bu asker karşıtı tavırla siyasallaşması sonucu karşı cenahta da askere daha çok bağlanma gözlemleniyor.
Ordunun siyasete olan ilgisinin son kanıtı 25 Ağustos günü ortaya kondu. Orgeneral İlker Başbuğ'un yayımladığı 30 Ağustos mesajında şu ifadelerle TSK, Kürt açılımı mevzusunda açıkça taraf haline gelmiştir.
"[...]Türk Silahlı Kuvvetleri;
- Ulus-devlet ve üniter-devlet yapısına hiçbir gerekçeyle zarar verilmesini kabul edemez.
- Kültürel farklılıklara saygılıdır. Ancak kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasını, başka bir ifadeyle siyasal temsil aracı olmasını, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası içinde mümkün göremez.
- Terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz.
- Demokrasinin sunduğu fırsat alanlarını kullananların, bireylerin en temel hakkı olan yaşam hakkını hedef alan terör faaliyetlerini hiçbir nedenle hoş görmelerini kabul edemez.
- Usul ve yöntem esası belirler, noktasından hareketle takip edilecek usul ve yöntemlerde özenli olunmasının gereğine inanır.
- Her konuyu tartışabilme özgürlüğünün, devletin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içermemesi gerektiğine inanır.
Türk Silahlı Kuvvetleri; Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri olan laiklik, demokrasi, sosyal ve hukuk devleti ilkelerine yürekten bağlılığı, üstün disiplin anlayışı, köklü gelenekleri, itidalli ve kararlı yaklaşımı, hepsinden önemlisi Türk milletinden aldığı güçle dün olduğu gibi bugün de ve yarın da üstlendiği her görevi başarıyla yerine getirmeye devam edecektir.
Şüphesiz ki; "Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye'dir.[...]"
Ordu'nun ulus devlet fikrinden yana olmasını anlayışla karşılayabiliriz. Her ne kadar bir gün siviller; "Arkadaş yeter artık, ulus-devlet kalksın, bölge devlete falan geçelim" diyebilirlerse ve bu onların hakkı da olsa bile, şimdilik TSK'nın bu duyarlılığını anlayışla karşılayabiliriz.
Gelgelelim ulus-devlet konusunda yapılan uyarının ardından gelen madde oldukça tehlikeli bir maddedir. Kültürel farklılıkların, yani Türklerden farklı olarak Kürtlerin denmek isteniyor, siyasallaşmaları, yani DTPlileşmeleri, Anayasaya aykırıdır deniyor. Yani TSK, adeta bir Yüksek Mahkeme gibi siyasete nizam veriyor, devlet büyüklerinin zihnine "balans ayarı" yapıyor. Bununla da kalmıyor, Öcalan ile yapılacak öyle ya da böyle bir temasın da mümkün olamayacağı söyleniyor. (Gerçi buradaki ifade daha çok TSK'nın kendisini bağlar vaziyette. Yani siz isterseniz görüşün ama TSK'dan bunu istemeyin gibi)
Kısacası TSK, gündemin bir numaralı maddesi olan Kürt açılımı konusuna açık ve net olarak değiniyor ve bu konuda taraf olduğunu ilan ediyor. Bu tarafgirliğini de Anayasa konusunda görüş bildirerek, yani askerin hiçbir surette hiçbir ilgisinin olamayacağı bir konu üzerinden şekillendirerek gösteriyor. Orhan Pamuk'un ifadeleri de muhtemelen bu bildiri üzerine geliyor.
Peki bu neye yarayacak? TSK Kürt açılımı konusuna muhalif olarak ve siyasetin tam ortasından dalarak iyi mi yaptı? Zaten böyle bir açılım yapmaya muktedir olmayan bir iktidar varken ve tüm bu yaşananlar birer halüsinasyon gibi toplumun zihninde gerçekleşiyorken, TSK 27 Nisan e-muhtırasında yaptığı gibi çıkıp yine neden AKP'nin işine yarayacak lüzumsuz açıklamalarda bulunuyor? TSK görev ve yetkileri arasında ne yapıp edip AKP'nin tekrar iktidar olmasının mümkünatının sağlanması gibi bir madde mi var? Yoksa Genelkurmay Başkanları bu tür açıklamalar yapmadan yatağa yattıklarında rahat uyuyamıyorlar mı? Aklı başında laiklerin artık ordunun siyasete bulaşma hevesliliğinden tiksindiklerini göremiyorlar mı? Dahası demokrat ya da değil, her Genelkurmay Başkanı neden hep böyle gereksiz şeyler yapma peşinde? Bu görev bilinci mi, vatan sevgisi mi, yoksa başka bir şey mi? Bu soruların tamamı beynimde uçuşuyor.
Kıssadan hisse; dünyanın görmüş olduğu en ağır 2. krizi yaşayan tüm dünya ülkeleri gibi ekonomiyi düzeltmeyi konuşmak yerine Amerika tarafından görevlendirilmiş, çapsız hükümetimiz sayesinde gündemimize yapay bir şekilde sokulmuş olan Kürt açılımı saçmalığını tam da bu "oya tapan" hükümetin kafasına geçirecekken yine pek mukaddes Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli komutanları sayesinde hükümetin rant zengini oluşunu izlemeye başladık ya, sanırım Türkiye'nin tüm "pure elit"leri şimdi yataklarında Başbuğ'un verdiği o derin (!) mesajın güveniyle, huzur ve mutluluk içinde uyuyorlardır! Her birine tatlı rüyalar diliyorum efendim!
Yorumlar
Yorum Gönder