İskilipli Atıf Hoca’dan Alsancak Olayı’na
Bugün Siyasal İslam siyasetini
yürütenlerin temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp gündeme getirdikleri mağduriyet
söylemi, söz konusu dönem Erken Cumhuriyet olduğunda gerçek bir “gadre
uğramışlık” psikozu içinde düşünülebilirdi. Saltanat kurumunun değilse de,
hilafetin ilgası (Ya da hukuken konuşursak, son Halife müzisyen ve ressam Abdülmecid‘den
alınıp Meclis uhdesine bırakılması) ile başlayan ve İstiklal Mahkemeleri’nde
gerçekleşen hukuk dışı yargılamalarla dozunu arttıran, beri yandan 1921
Teşkilat-ı Esasiye’nin temel aksiyomları olan adem-i merkeziyetçilik ve devletin
dininin İslam olduğu vurgusunun 1924 ile birlikte terk edilerek laik ulus
devlet diktasına dönüşmesi karşısında İslamcılarla yaşanan gerilimler, devlet
karşısında kümelenen bu gruba meşru bir mağduriyet alanı yaratıyordu. Kutsal
mazlumluğun inşası diyebileceğimiz bu ilk dönemde modernite ve gelenekselin
çatısması kendisini bazı simge olaylar vesilesiyle ekspoze ediyordu. Bunlardan
biri Şapka Kanunu’nun uygulanması idiyse, diğeri de İskilipli Atıf’ın idamı
meselesidir.
İskilipli Atıf Hoca, İttihat ve Terakki
karşısında muhalefet eden İslamcıların önde gelen isimlerinden biriydi.
Müderristi. Yarı Türk, yarı Arap bir aileden geliyordu. Her zaman aksiyon adamı
olmayı sevmişti. Başta 31 Mart Vakası olmak üzere katıldığı isyan ve
mücadelelerde safı her zaman belliydi. Softalığı öyle ileriydi ki, daha 1905’de
Şeyhülislam Cemaleddin Efendi tarafından, ki bu isim de İT’nin önemli bir
muhalifiydi, Bodrum’a sürgün edilmişti. Milli Mücadele döneminde de Ankara Hükümeti’ne
karşı hareket eden Cemiyet-i Müderrisin ve Teali İslam Cemiyetlerinin
kurucularından olmuş, Yunan ordusunu Halife’nin ordusu olarak gören bir
bildirinin düzenlenmesinde rol almıştı. Fakat onu idama götüren bu meşum sicili
olmadı.
İskilipli Atıf, 1926’da Ankara İstiklal
Mahkemesi’nde yargılanarak idam edildi. Kendisine karşı yöneltilen temel
suçlama, 1924’te yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka başlıklı yazı ile Şapka
Kanunu (1925)’na muhalefet etmesi idi. Makable şamil olmaması gereken, Roma
Hukuku’nun Lex Praevia olarak bilinen temel umdelerinden birinin göz ardı
edilerek yapılan bu yargılamada İskilipli Atıf, ilk savunmasının ardından
susmayı tercih etmişti. Bu ilk savunmasında da kanuna aykırı hareket etmediğini
söylemekle yetinmişti. Rejim mahkemesinin kendisine isnat ettiği suçlamalar karşısındaki
susuşu, Yasin Aktay’a göre, şehadet şerbeti içerek kendisinden sonraki nesle
ilham kaynağı olmak amacıyla idi. Ona göre İskilipli, bilerek savunma
yapmazken, hem gördüğü bir rüyanın etkisindeydi hem de hilafetin kaldırıldığı
yeni Cumhuriyet düzeninde kendine yer kalmadığını düşünüyordu. Aynı düzlemde
durduğu Mehmet Akif, Said Nursi, Elmalılı Hamdi gibi figürler rejimle olan
mücadelelerini rijid bir şekilde devam ettirmezlerken, İskilipli’nin böyle bir
sona yürümüş olmasının arkasında, Milli Mücadele karşıtı fiillerinin kendisinde
yarattığı duygusal çöküntünün etkisi olduğunu düşünüyoruz.
Şapka Kanunu, Cumhuriyet sonrası Türk modernleşmesi
sürecinin ilk aşırılıklarından biriydi. Totaliter dönemlere özgü bir absürdlüğü
içinde barındırıyordu. Tarihimizin hazin vesikalarından biri olarak kayıtlara
geçen 1930 Serbest Cumhuriyet Fırka deneyiminde bardağı taşıran son damla da
Şapka Kanunu ile ilgiliydi. SCF’nin kuruluşunun hemen ardından düzenlediği
İzmir Alsancak Stadı mitinginde, halk etkinliğe adeta akın etmiş, 50 bin kişi
stadı hınca hınç doldurmuştu. Mikrofonun olmadığı, SCF Lideri Ali Fethi Okyar’ın
sözlerinin, sesi gür Nuri Conker tarafından tekrar edilerek yapılan konuşmada Okyar,
kendilerinin Şapka Kanunu’na muhalefet etmediklerini ifade edecekken,
kalabalığın sözlerinin sonunu beklemeden galeyana kapılarak sevinç
gösterilerine başlaması ile neye uğradığı şaşırmış ve istemeden de olsa kanuna
aykırı hareket ediyormuş gibi bir konuma düşmüştür. Tabiyatıyla bu durum, partinin
ömrünün 3 ay 10 gün sürmesinin hem sembolik, hem de trajikomik nedeni olmuştu.
Ankara Hükümeti, padişahlar ve Tanzimat paşalarının
düştüğü hatalara kendisi de düşmüş, iç siyasette kendisine karşı örgütlenen
siyasal İslamcı muhalefeti cebr ile yok edebileceğini düşünmüştü. Kemalist
dönemin ardıllarının bu yanlış bilinçte ısrarı, Türk demokrasisine iki grande, bir de tall darbe, bir normal bir de elektronik muhtıra hediye etti.
Karşılığında da siyasal İslam’ın örgütlü ve totaliteryan eğilimli iktidarını
aldı. İşin ilginci, bugün siyasal İslamcılar’ın yaptıkları da, Kemalist dönemin
absürdlüklerini aratmamaktadır. AKP tarzı Kemalizmin hukuku iğfal eden
uygulamalarından tutun da, güçler ayrılığı ilkesini iğdiş eden güç temerküzüne,
farklı olanı gadre uğratmaya çalışmasından, medya ve laik sermayeyi boyunduruk
altına alması sanki dikta kültürünün birörnek oluşuna delalet ediyor. Bu
anlamıyla da “yok farkınız birbirinizden” denilebilecek bir düzlemde
buluşuluyor. Umarız ki 2015 seçimlerinden sonra şekilleneceği aşikar olan koalisyon
hükümeti Türkiye’yi normalleşmeye götürecek yeni bir siyasetin de sebebi olur.
Yorumlar
Yorum Gönder