Adı Olmayan Yoksullar ve Gilvan’ın Spreyinin Temsil Ettiği
Türkiye’de
kapitalist dönüşümün kültürel niteliği 80’lere gelene dek önemli bir farklılık
taşımamaktaydı. Büyük ölçüde sınıfsız denilebilecek, olsa olsa bir takım meslek
zümrelerine göre farklılaşan ve kamusal gücün bir bütün olarak hem bürokratik
hem de sosyal anlamlarıyla halktan ayrıştığı bir yapı mevcudiyetini
sürdürüyordu. Bu durumun ilginç örneklerinden birini Yeşilçam’da görmek
mümkündür. Fabrikatörün zengin oğlu, babasının fabrikasında çalışmakta olan
fakir kıza tutulur. Onu alabilmek için önündeki tek engel kendi babasının
vicdansızlığıdır. Bir takım itiş kakışlardan sonra gaddar baba vicdana gelir,
bu sınıfsız kaynaşım da vücut bulur.
Yeşilçam melodramının bu imkansız aşkı tasvir edişi
ilginçtir, çünkü Batı’daki melodramlara bakıldığında kesinlikle böyle bir
imkansızlıkla karşılaşılmaz. Orada resmedilen şey, reel hayatla paralel bir
şekilde aynı sınıftan olan insanların aşkıdır. Batı’nın sınıflı yapısının
izdüşümü olan bu yapı, Osmanlı ve onu takip eden Cumhuriyet dönemi Türkiyesi’nden
farklıdır ve kapitalizmin gelişimiyle tutarlılık içindedir. Türk
modernleşmesinin 80’ler ile birlikte başlayan kapitalist macerası Yeşilçam’ı
sistem dışına iterken, zenginliğin envai çeşit görünümünün tevarüs ettiği
modern diziler artık izlenme rekorları kırmaya başlamıştır.
Bugün Yeşilçam’ın çokça konu edindiği fakir kız /
zengin oğlan aşkına bu yüksek bütçeli dizilerde tesadüf etmek hiç de kolay
değildir. Marketteki kasiyer kıza aşık olan fabrikatör çocuğu gibi sınıflar
arası ilişkinin gösterimi denilebilecek bir sahne artık görülemez. Bunun
arkasında geçmişte var olmayan keskin sınıf yarılmalarının bugün itibariyle
yerine oturarak tamamlanması vardır.
Peki artık zengin fakiri nasıl görmekte ve nasıl tahayyül
etmektedir? Hatta soruyu biraz daha geriye çekebiliriz: Zengin fakiri görmekte
midir? Sınıfsal ayrımların derinleştiği Türkiye’de zenginin gözünde yoksul
hızla kaybolmakta, beyaz yakalı yığınlar proleterleşmekte (prekaryalaşmakta),
sermaye sahipleri servetlerine servet katarlarken, geride kalanların gelirleri
sürekli düşmekte veya değişmemektedir. Bu kopuş, birbirine sırtını dönmüş
toplumsal sınıflarda her iki yönlü öfke birikmesine neden olmakta, zengin
fakiri tehdit olarak algılarken, fakir de zengini erişilemeyecek düzeylerde
düşünüp tanrısallaştırmaktadır.
Yoksulun görünmemesine ilişkin önemli bir vurgu Meirelles’in
Domesticas’ında vardır. Domesticas, City of God’ın yönetmeni Meirelles’in 2001
yılı filmi olup, 5 kadın gündelikçinin hayatına odaklanmaktadır. Filmde bir
malikhanede görevli olan Rai’nin sevgilisi rolündeki Gilvan, yaşadığı gecekondu
mahallesinde otobüs soygunu gerçekleştirmeye çalışan, fakat bu işi yüzüne
gözüne bulaştıran bir figürdür. Hayatı kazanabilmek için bir apartmanda araba
yıkama görevlisi olarak çalışmaya başlar. Ne var ki arabası olanlar için o,
görünmeyen bir varlıktır. Adını bile öğrenmek istemezler. Asansörde kaldığında
lütfedip onu kurtarmazlar. Varlığı ve yokluğu farksız, isimsiz biridir. Hatta
biri bile değildir. Bütün bunlar benliğinde yaralar açar, insanlara en azından
varlığını göstermek ister. Bir gün görevli olduğu otoparka iner, bütün
arabaların üstüne sprey boyayla kendi adını yazar. Bu bir haykırıştır:
“Ben
varım. Buralardayım.” Demek zorunda bırakılanın öfkesidir. Gilvan, ancak üstte
olanın canını sıkabildiği ölçüde varlığını gösterebilmektedir.
Bugünün Türkiyesi, bu Brezilya yapımı filmde
gösterilene doğru hızla evrilmektedir. İşyerlerinde çalışan kat görevlileri
beyaz yakalılardan farklı yerlerde yemek yemekte, AVM’de çalışan taşeron
işçiler molaya müşteriden gizli noktalarda çıkabilmektedirler. Özel okullarda
çalışan temizlik görevlileri giriş ve çıkışlarında üst aramasına tabi
tutulmakta, her gün potansiyel suçlu muamelesi görmektedirler. Lüks sitelerde
istihdam edilen gündelikçilerin tabak – çanakları ayrılmakta, aynı lavaboyu
kullanmaktan men edilmektedirler. Dahası, en küçük hatalarında hakarete
uğramakta, işten atılmakla karşı karşıya kalmaktadırlar. Kısacası, maddi anlamda
açlık sınırında yaşamaya çalışan bu insanlar, öz saygınlıklarını da yitirmekte,
toplum tarafından yoksanmakla bir de moral anlamıyla cezalandırılmaktadırlar.
Zenginler tarafında ise işler paranoya noktasına
varmıştır. Fakir yığınlar onlar için tehdittir. Güvenlikli sitelerin varlık
sebebi tam da bu algının sonucudur. Zengin, çocuğunu özel okula göndererek
fakirle karşılaşmasını önlemekte, yarattığı fanusun içinde izole yaşamlar inşa
etmektedir. Bu fanusun içine sızan “sinekler” olduğunda tedirgin olmakta, hemen
gerekli önlemi almaktadır. Bütün bu kopuşlar neticesinde sınıflar arasındaki
gerilim hızla artmakta, düşmanlık ekilmektedir. Lüks cipiyle trafik ışığında
beklerken arabaya yaklaşan dilenci çocuğu gören diğer çocuk, artık bir oyun arkadaşı
değil, yeni bir potansiyel düşman görmektedir. Bunun böyle olduğunu bilen fakir
çocuk da, içinde çocuk olan araçlardan uzak durduğunu ifade etmektedir.
Ne var ki madunların çığlığı duyulmamaktadır. Gilvan’ın
spreyinin temsil ettiği şey, anlık öfke patlamalarının ölçüsüz sonuçlarından
öte değildir. Mantıklı bir itirazı değil, itici bir taşkınlığı
barındırmaktadır. Bir kamyon arkası yazısı olan ve Kör Otonom Medya’nın
internet sitesinin açılış sayfasında gözümüze çarpan o veciz ifadede olduğu
gibi; ezilenlerin öfkesi yaman olmakta, ne var ki bu parlayış pratik hiçbir
sonuç üretmemektedir. Bu zaviyeden bakıldığında yapılması gereken lümpen
sınıflarla iletişim kurarak yeni bir siyaset tanzim etmek ve başta ekonomi politikaları
olmak üzere adalet, sağlık, bayındırlık gibi alanlarda bugün münhasıran siyasal
İslamcılara terk edilmiş alanlarda fark yaralarını onaracak gerçek bir toplumcu
siyaset yürütmektir.
Yorumlar
Yorum Gönder