Kayıtlar

Aralık, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Türkiye'de Yeni Sağ'ın Yükselişi

Mühendis siyasetçiler familyasının iyiden iyiye ipleri ellerine aldıkları dönemdi. Barajlar kralı olarak da bilinecek olan Süleyman Demirel, asker – sivil bürokrasinin beceriksiz yönetim denemelerinin ardından Türk halkı için önemli bir çıkış noktası olmuştu. Gümüş Motor’un kurucularından, çok daha kaliteli bir mühendis olarak Necmettin Erbakan da öyle. Öyle ki tank motoru yapmayı bilen, yüksek mühendis Erbakan’ın kurduğu Milli Nizam Partisi’nin neredeyse kurucular ekibinin hemen tümü mühendis kökenliydi; çoğu da makineciydi. Turgut Özal da aslında bu jenerasyonu takip eden, teknikçiler sınıfından bir siyasetçiydi. Onu diğer iki figürden ayıran şeyse, tonu hayli belirgin bir Amerikancılığa meyletmesiydi. Onun bu tavrı, sonraları Özalizm olarak bilinecek Türk usulü Yeni Sağ oluşumunun ya da yarı liberal bir adlandırmanın da müsebbibi olacaktır. 12 Eylül’e doğru gidilen süreçte, dümenini serbest piyasa ekonomisine doğru kırmış olan 6. Demirel Hükümeti, 24 Ocak kararları ile

Ernst Bloch Üzerine

Resim
Geçmişin içinde özgürleşim olanağı sunan bir takım olgular olduğunu bize Benjamin fısıldamıştı. Ona göre esas olan bunların bulunup çıkarılması ve tarihin yeniden inşa edilmesiydi. Yıkılacak tarih / inşa edilecek tarih anlayışı da bu varsayım üzerine geliştirilmişti. Bir başka Alman feylezof Bloch’da da benzer bir düşünce buluruz. Ne var ki bir farkla; Bloch da tarihe bir işlev yüklemektedir fakat adı farklıdır bunun: Geçmişin kendisi Ütopik bir yan taşır, demektedir Bloch. Peki ne söylemektedir bunu demekle? Bloch’a göre geçmiş olmuş bitmiş, değişmeyecek bir olgu değildir. Sürekli olarak yeniden adlandırılmakta, olabilecek olan şeklinde var olmaktadır. İşte bu açık uçlu tarih anlayışıdır ki Bloch ona Umut bağlar. Her şeye Umut İlkesi ’yle bakmakla, insanlığın kurtuluşunun, özgürleşmenin gerçekleşeceğini düşünür. Zaten hali hazırda yanlış giden şeylerde de insanlığın umut ilkesinin hatalı noktalara bağlanmasını görür. Burjuva ideallerinin bu bağlam hatasından yararlandığ

Stuart Hall Üzerine

Resim
Stuart Hall, kültürel çalışmalar alanının Birmingham Okuluna mensup isimlerinden biri olarak Yeni Sol üzerinden yaptığı okumalarla bu alana en rafine katkıları sunan isimlerin en başında geliyordu. Esasen kültürel çalışmalar alanı da Yeni Sol ile birlikte yükselmiş, Sovyet praxisinin trajik öyküsünü kültür üzerinden yeniden kurgulamaya-düzeltmeye çalışmıştı. (Beri yandan yükselen Yeni Sağa karşı da bir cephe tahkim etmeye çalışıyordu. ) Hall’un bu anlamda en önemli katkısı hiç şüphesiz ki kodlama ve kod açım kavramlarını ortaya atmasıydı. İzlek olarak Althusser’i takip eden Hall, medyanın (sender) ilettiği mesajlarda ideolojik bir takım anlam ve simgelerin kodlandığını ve izleyici (receiver) tarafından bu kodların çözüldüğünü ortaya koyduktan sonra bunun “sürtünmeden bağımsız” bir ortamda olmadığını, dolayısıyla sender ve receiver arasında mutlaka bir “distortion” olduğunu söylemişti. “Encoding” ve “Decoding” arasındaki bu “Reception” farkı, kodlayıcının murad ettiğinin dışında

Mükemmeliyetçi Akademiler Zamanında Kültür Çalışmak!

         Kültürel çalışmalar geleneğinin “mükemmeliyetçi akademya” vizyonu ve “homo academicus” misyonerliği eliyle piyasaya yönelik olarak iğdiş edilen muhalif tavrı, bugün itibariyle Türk üniversitelerini denetimi altına almış gözükmektedir. Öyle ki söz gelimi Sabancı Üniversitesi, bu isimde bir bölüm açarak mezunlarının iş bulabilme şanslarını ölçümlemeye ve bu hesap üzerinden bölümün getiri/maliyet oranlarını hesaplamaya başlamış bile. Bu trajik durum evet, ne Türkiye’ye özgü, ne de yeni bir şey. Kapitalist mantık oldukça pragmatik esaslar çerçevesinde hareket ederek kendisine yönelen tehlikeyi ehlileştirmekte, bunu yaparken de kendisine kolayca suç ortakları bulmaktadır.                 Asıl tartışılması gereken de bu noktada, kültür çalışmalarının hakikatte ne olduğu ve/veya nasıl olması gerektiği değil, alana ilgi duyan bireyin hangi algı ve mülahazalar sonucunda bu “iğdiş etme faaliyetine” katılmaya razı olduğudur. Kültürel çalışmalar alanı dışarıdaki bireye ne ifade

Zoraki Türkçülük

“Türk ne bilir adabı, lak lak içer ayranı” ya da “Etrak-i bilidrak” deyişine/tanımına konu olan Türklerin 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde bir ulus-devlet kurabilecekleri o tarihlerde ihtimaldir, kimsenin aklına gelmezdi. Bir zoraki milliyetçiliğin -ya da hayli geç kalmış bir ulus bilincinin diyelim-, ajite ettiği Türkçülüğün hızlı bir şekilde yayılması ve on yıllar içinde yeni bir devletin kuruluş ideolojisi haline dönüşmesi başlı başına bir dikkat vesilesidir. Türkler’i aşırılıklar çağına girilirken, milliyetçilik mefkuresine bu denli uzak bırakan, akabinde ancak bir takım dışsallıklar neticesinde kerhen yurtseverlik fikrine angaje eden, gel gelelim yıllar içinde patolojik bir ırkçılık noktasına varan,   bugün dahi irrasyonel bir milliyetçilik fikri ile yoğuran sebepler nelerdi? Türk aydını, gelişmeleri hayli geriden takip eden ve ancak hızla giden ulusçuluk treninin son vagonuna binen bir bohem olduğundan mı, yoksa milletin kendisi işinde gücünde didinirken, ancak yersiz bir etnik