Kayıtlar

Mart, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Buhran Sonrası Halk Evleri ve Köycülük

1929 Büyük Buhranının yaşandığı modern Batının kapitalist düzeni Genç Cumhuriyet için ürkütücü olunca, “kendi özümüze dönüp bir bakalım, belki bir şeyler buluruz.” Anlayışı devreye girdi. Kemalist modernizmin yasa yapıcıları, halkı modernizmin şaşalı transformasyonuna sevk edemedikçe, Rus Narodniklerinin yaptıkları gibi, halka doğru, “köy” e doğru gitmeye başladılar. (Tıbbıyelilerin yürüyerek Yalova’ya gitmeleri bugün tebessüm ettiren bir hatıradır.) Yapmaya çalıştıkları şey şuydu: Madem modern kapitalizm krizler yaratıyor ve madem halk da modernliğe teşne değil, o halde kendi modernizmimizi kendi özümüz olan köyden, tarım ekonomisini temel alarak çıkartalım ve bir de bu şekilde deneyelim! Zaten hali hazırda namevcut bir işçi sınıfı realitesi, yegane beşeri odağı köy olarak belirliyordu. Tek Parti döneminin önemli bir ideolojik aygıtı olan halk evleri girişimi özü itibariyle bu tuhaf romantizmin sonucuydu. Daha İslami bir tandansta bulunan ve başına buyruk hareket eden Türk O

Meşveret, Meşrutiyet, İstibdat ve Diğer Şeyler

Öncelikle zamanda yolculuk yapılabildiği hissi veren Ziya Paşa’nın Cumhuriyet idaresiyle Şahsi idarenin farkı üzerine 1867’de yazdıklarından bir kuple aktaralım: “ Cumhuriyet idaresinde padişah, imparator yoktur; memleketin padişahı da imparatoru da halkın kendisidir…   Zengin ve fakir herkes aynı haklara sahiptir… Cumhuriyet idaresinde gazeteler hükümete yaltaklık yapmak mecburiyetinde değildirler… Hükümetin en küçük bir kusurunu bile dev aynasında göstererek kıyametler koparırlar… Meclis üyelerinin öteki kimselerden farkı meclis üyesi seçilme onurundan ibarettir… Onların faytonları, yaverleri, çavuşları, sarayları, köşkleri, uşakları yoktur… Görevleri yüzünden zengin olmayı düşünemezler… Mahkemeler özgür ve bağımsızdır. Bütün kararları özgür iradeleriyle kanuna uygun olarak verirler. Ne meclisin ne başkanın bunlara karışmaya hakları yoktur. Şahsi idareye gelirsek; Sanki memleket bunların dedeleri

İdeolojinin Yolları: Kesmek yok, Dönüştürmek var!

Şiirlerini Farsça kaleme alan ilk Osmanlı halifesi Yavuz Sultan, Şii Onikiciliği yol bellemiş, edebi dilde Etrak-i Bilidrak ’in Türkçesini seçen Safevi Devleti’nin kurucu hükümdarı Şah İsmail’in Anadolu’daki faaliyetlerinden ürkmüş, taassup ehli babasının izinde ve pek de uzun olmayan fakat nedense böyle bilinen Uzun Hasan’ın otağından kaçıp gelen İdris-i Bitlis’in mihmandarlığında ilerleyerek Anadolu Türkmenlerini katletmeyi iş bilmişti. Cesetlerin yekunu hakkında bilgiyi yine aynı mihmandarın Selimşahname ’sinden edinirken, Osmanlı’da Sünni taassubiyetin doğuşunun bu yıllara rastladığını da, Kürt aşiretlerinin Sultan Selim’e “Yavuz” beratını takmayı mümkün kılacak ölçüde Türkmen katlettiklerini de yine benzer kaynaklardan öğreniyoruz. Osmanlı mülkünün sahibi devletlülerin operatif anlamda “kullanışlı cellatları”nın, yeryüzünde Pax Ottomana’nın mürur-u zamana henüz uğramadığı yıllarda can verdikleri güç monarşisi, devletin modern bir aygıt olarak yeniden konfigüre edildiği Meşru