Kayıtlar

2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hasan Ali Toptaş Siyasal'da!

Resim
Mülkiye Edebiyat Topluluğu- Koza, Ekim ayında gerçekleştirdiği Hakan Günday söyleşisinin ardından şimdi de "kelimelerin büyücüsü" Hasan Ali Toptaş ile buluşuyor! Yaşayan en iyi Türk yazarlardan biri olarak gösterilen Hasan Ali Toptaş'ın Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki söyleşi - imza gününü kaçırmamanız dileğiyle. Söyleşi; Yer: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi- Küçük Amfi Tarih / Saat: 25 Aralık 2009 - 15.30 İmza; Yer: Siyasal Kitap Cafe- Siyasal Bilgiler Fakültesi Arka Bahçesi Tarih / Saat: 25 Aralık 2009 - 17.00 Not: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi; Cemal Gürsel Bulvarı AÜ Cebeci Kampüsü- Cebeci/ ANKARA Not 2: Hasan Ali Toptaş'ın tüm kitaplarını, indirimli fiyatlarla Siyasal Kitap Cafe'den temin edebiliyor(muş)uz. Ne güzel(miş).

DTP'nin Kapatılması Üzerine

Anayasa Mahkemesi'nin oybirliği ile aldığı DTP'yi kapatma kararına karşı çıkanlar, demokrasinin işlemediği açık ve net olan ülkemizde hukukun da işlevini kaybetmesini istiyorlar sanki. Herkes açıkça görüyor ki partileri kapatmak, başkanlarının yüzlerine müstehzi bir gülümsemenin yayılmasından başka bir etki yapmıyor. Bizatihi bu gülümseme, kararın muhataplarında yarattığı hoşnutluktan kaynaklanıyor. Hatırlayın, AKP'nin kapatılması ihtimali bile, partiye muazzam bir prim yaptırmıştı. Partilerin kapatılmasına karşı olmak, hukukun belli kurallar çerçevesinde işlemesini gözardı etmemizi gerektirmez. "Hiçbir partinin kapatılmasına razı olmamak" bireyin, Kurtuluş Park'ında grup seks partisi verme dileği gibi bir dilek olarak, son derece utopik, ve hatta son derece anti-demokratiktir. Bu bağlamda medyanın kimi organlarında tebelleş eden aşırı demokrat cenahın, parklarda içki içilmesine bile cevaz vermezken, teröristlere ve onların destekçilerine siyaset yapma özgürlü

Onlar daha çocuk!

Resim
Genç Siviller pek müstehzi bir eylem gerçekleştirmişler geçen gün, Danıştay önünde. Ellerinde "Onlar daha çocuk" yazan dövizler taşıyan bu güruh, çeşitli açıklamalarda bulunmuş, bir de üstüne Danıştay'a ihtarnamede bulunmuş. İhtarnamede de şöyle yazmışlar: "Danıştay 5. Dairesi'nin vermiş olduğu yürütmenin durdurulması kararı evrensel hukuk ilkelerine, Anayasanın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır. İşbu yasaya aykırı kararın kaldırılması gerekmektedir, aksi takdirde yüce divanda yargılanmanız için yasal yollara müracaat edileceği ihtar olunur." (Haber için tıklayın ) Tabi, her şeyden önce küçük bir hatayı düzeltmekte yarar var. Bu zat-ı muhteremler çocukların fiil ehliyeti yönünden belki sakat olduklarını biliyorlar fakat YÖK'ün katsayı kararının hangi dairede görüşüldüğünü henüz öğrenememişler. Danıştay 5. Dairesi'ndeki hakimler yerine 8. Dairedekilere ihtar çekmeleri gerekiyordu. Gerçi ne farkeder ki, hepsi aynı "Kahpe Dölün Soy

Yudum Çetiner Ankara'da!

Resim
10 Aralik 2009 Perşembe günü, Bilkent Adnan Saygun Müzik ve Ögretim Merkezi salonunda saat 19.00'da Münih'te yaşayan Ankaralı piyanist Yudum Çetiner sahnede olacak. Konser -sanırım- ücretsiz gerçekleşecek. İnternette konuya dair bilgi bulamadım. Fakat konser bilgisi bizzat piyanistten geldi, haberim kesindir! Konser programi; D.Scarlatti-Sonatlar-K27 h-moll K9 d-moll K39 A-Dur F.List -Valeé d´Obermann C.Debussy-Images I Book -Reflets dans l´eau -Hommage á Rameau -Mouvement F.Say-Kara Toprak

Obsesif Adamların Aşkları

Aslında iki yazar da aynı memeden besleniyorlar: Obsesif karakterin çekici duygusallığı. Marquez ve Pamuk'tan bahsediyorum, evet. Karakterlerin olağandışı imge-yer ve nostalji bağımlılıkları anlatılan aşkı "ulaşılamaz" kılmaya çalışıyor. Pamuk'ta hikayenin odak noktasını yaratan bu "meme" oldukça obur, son derece tombulken, Marquez'in beslendiği meme daha sıradan. Bunun okur üstünde iki türlü etkisi var: İlk etki; obur memenin hatırda kalıcılığı, vuruculuğu yakalamasında. İkinci etkide ise hiç şüphesiz Florentino Ariza'nın gerçekçi aşkı ve bu aşkın pürüzsüz anlatımı sözkonusu. Yani okur Kemal'in naif aşkıyla birlikte fantezi kurarken, Ariza'nın imkansız aşkı içinde kendini buluyor. Kolera Günlerinde Aşk, Marquez'in herkesçe bilinen, 1985 yılında yayımladığı kitabı. Marquez Usta, bu kitabında Florentino Ariza'nın kökleri sanki kadim medeniyetlerin derinliklerinde olan aşkını ortaya çıkarıyor. Bir kadından bir kadına giderken, aklında b

Açın İmam Hatiplerin Önünü!

Resim
Söylenen o ki; YÖK, Danıştay 8. Dava Dairesi'nin verdiği karara manifesto niteliği taşıyan bir itirazda bulunmuş. Bu manifestoya tam olarak buradan ulaşabilirsiniz. Efendim bu "manifesto" adı verilen, haktan, hukuktan, eşitlikten bahsedip en yüksek oy alan aday yerine sonuncuları falan rektör adayı olarak belirleyen, 60 oy alan dekan adayı yerine 9 oy alan adayı atayan YÖK tarafından imza edilmiş itiraz dilekçesi şimdi Danıştay'ın İdari Dava Dairesi Kurulu'nun önüne gelecek. Ve bu "manifesto"yu okuyan üyeler ansızın Danıştay 8. Dava Dairesinin yaptığı bu muazzam hatayı görüp beyinlerinden vurulmuşa döneceklerdir. Bu şiddetle, hak ve hukukun gölgesinden yürüyüp gidecek ve İmam Hatip Liselerinde eğitim gören pek mazlum ve çok ezilmiş gençlerimizin önünü açacaklardır. Böylece bu gençler arasından varsa böyle yemeyip içmeyip ÖSS çalışanları, onlar işte Tıp, Hukuk, İktisat, Mühendislik gibi bölümlerde eğitim göreceklerdir. Sayın Cüneyt Ülsever yazısında tam

İzmir faşizmdir, İsviçre de yardakçısı!

İsviçre'deki minare refarandumunun ardından, ülkemizin yiğit muhafazakar demokratları için bir küçük kontrpiye durumu söz konusu oldu. Zira onlar ki; sandıkta tecelli etmiş millet iradesinin işlerine gelmeyen kararları alan Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve benzeri örgütlenmeler gibi yargı bağımsızlığının teminatı ve temel yürütücüsü olan kurumları dahi istediğinde ortadan kaldırabilecek kadar güçlü olduğuna iman etmiş kitlelerdir. Son örnek olay olan YÖK'ün katsayı kararını büyük bir hezeyan histerisi ile karşılayan neo-eşitlikçi bu sahabiler, sandıktan çıkmış o melun iktidarın yetkilendirdiği YÖK'ün kararının mutlak adaleti sağladığını düşünürlerken sanırım İsviçre'deki minare karşıtı refarandumun sonucunu görünce ne diyeceklerini şaşırmışlardır. Hani adama sorarlar; "Türkiye'deki sandık da, İsviçre'deki incir çuvalı mı?" Bu demokrasi havarisi yeni nesil İslamcıların oksimoronlara bezeli yaşantı ve idealarını bir kenara bırakıp Sabah Gzetesi&#

Hakan Günday Siyasal'da!

Resim
Ve beklenen haber! Eylül ayında yeni kitabı Ziyan'ı okurlarıyla buluşturan yazar Hakan Günday, mezunu olduğu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde genç okurlarıyla buluşuyor! Mülkiye Edebiyat Topluluğunun sezon açılış etkinliği olan ve Mülkiyeliler Birliği'nin değerli katkılarıyla gerçekleşecek olan bu buluşmaya sadece Mülkiyeli öğrenciler değil, tüm Ankaralılar davetli! Eğer siz de Hakan Günday söyleşisini kaçırmak istemiyorsanız lütfen not edin: Tarih: 16 Ekim 2009 Cuma Saat: 15.30 Yer: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi- Küçük Amfi Adres: Cemal Gürsel Bulvarı, AÜ Cebeci Kampüsü- Cebeci/ ANKARA Ulaşım: Metro ile; Kurtuluş Ankaray İstasyonu. Ve Cebeci yönüne ulaşan tüm minibüs ve otobüsler.

Yol Haritası Nerede?*

Hatırlarsınız, Abdullah Öcalan'ın 15 Ağustos'ta yayımlayacağını deklare ettiği bir "yol haritası" vardı. 15 Ağustos'ta, yani PKK'nın Türk Devleti'ne karşı silahlı mücadeleye giriştiği günün yıldönümünde olacaktı. Fakat, açıklanmadı. Daha sonra, DTP'li milletvekilleri AKP'nin 1 Eylül'de açıkladığı(ya da öyle olacağını vaadettiği) Kürt Açılımı raporunu tiye alırcasına Diyarbakır'da bir "barış mitingi" düzenlediler ve bu organizasyonda Abdullah Öcalan'ın yol haritasını açıklayacaklarını bildirdiler. Fakat, açıklanmadı. Milliyetçi duygulara tevessül eden birçok arkadaşım kızabilir; fakat sormak septik aklın, samimi arayışın gereğidir: Bu kahrolası yol haritası nerede? Bu blogu takip edenler, blogtaki genel havanın, tarz-ı üslubun soru sormak, çoğu zaman da bu sorulara ironik ve/veya kinayeli, zaman zaman da oksimoronlara bezeli yanıtlar vermek ya da o yanıtları okuyucunun vermesini beklemek olduğunu bilirler. Fakat bu sefer ne kin

İroniden Anlayan Nesli Sevdik!

Resim
Bugün güzel insan Yuzika ile 17.30 sularında alt kantine doğru ilerlerken aklımızda tek bir soru vardı: Bu okulda, bu saate kadar sadece felsefe toplantısı için bekleyen kaç kişi olabilirdi!? Fakat Mülkiye'nin Küba kantini olarak da geçen kantininde gördüğümüz kalabalık, bizi tam anlamıyla dumura uğrattı! Son 4 yıldır katıldığım hiçbir felsefe topluluğu açılış toplantısında böylesi bir kalabalığa rasgelmemiştim. İnsanların "oradan geçiyordum, uğradım" ya da "arkadaşım gel dedi, geldim" tadındaki ilgilerinden çok, bile isteye orada bulunmak üzere akşamı beklemiş olmaları, onların topluluktan öte, felsefeye karşı gelişmiş olan ilgilerini kanıtlar nitelikteydi! Bu ilginin eskimiş felsefecileri nasıl sevindirdiğini bilemezsiniz!(Muhtemelen Yuzika bu olayı kutlamak üzere şu anda Ankara barlarına karışmıştır!:)) Topluluğun bu dönemki teması; ironi! Grubu oluşturanlar arasından çıkan, Hukuk felsefesi, Marxism, Din felsefesi, Ahlak felsefesi, Epistemoloji gibi önerileri

Cumhurbaşkanını Seçme Meselesi

Dün Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek çok müthiş bir laf etti: "'Halk cumhurbaşkanını bizden daha iyi seçer'" (Haberin detayları için tıklayın .) Cümlenin içinde bir "çelişki" var. Cümleyi okuyan herkes bu çelişkiyi kolayca sezer. Cemil Çiçek diyor ki, biz; Meclisteki parlamenterler, cumhurbaşkanı seçimi söz konusu olduğunda halktan daha başarılı değilizdir. Gören de Cemil Çiçek'in seçilerek değil de, atanarak geldiğini falan sanır! Biz yine de iyi niyetimizi koruyarak cümleyi anlamaya çalışalım: Cemil Çiçek ne demiş olabilir? 1) Halk, biz parlamenterlere göre çok daha tarafsız bakar ve seçimini -daha- doğru olandan yapar. O zaman, cumhurbaşkanı seçiminde son derece mahir olan halk, parlamenter seçiminde neden başarısızdır? Cumhurbaşkanını seçmekte bu derece başarılı olabileceği varsayılan halkın, cumhurbaşkanı seçemeyecek parlamenterler seçmesi başlı başına bir tezat değil midir? Bu halk, parlamenterleri kafası iyiyken mi seçmiştir? 2) Cemil Çiçek'in &

Born to be Wild

Resim
----Dikkat---- ----Bu yazı baştan aşağı Hakan Günday'ın Ziyan romanı ile ilgili bilgiler içermektedir.---- Bazı romanların nasıl başladığıyla, bazılarının da nasıl bittiğiyle çok ilgiliyim. Hasan Ali Toptaş'ın ya da Orhan Pamuk'un ilk kelamları, romanlarına motivasyonum açısından dikkat edilmesi elzem olanlardır. İhsan Oktay Anar'ın dönem betimlemeleri yaptığı ilk sayfa şovlarını da dönüp dönüp izlerim. Fakat Hakan Günday'da mesele, karakterlerin dönüp dolaşıp hangi bokun içine girdikleriyle ilgili. Ziyan'ın Asil'i Ziya Hurşit ve onun yaratıcısı tek günlük askerin hikayesi klasik Hakan Günday karakterinin hangi bokun çevresinde döndüğünü anlatıyor.Hakan Günday'ın alıştığımız tarzından farklı unsurlar taşıyan bölümlerin yoğunluğu dikkat çekse de, okuyucularının fazlasıyla tatmin olacağı bir akıcılığa, aforizma dokusuna ve aykırı karakter yapılarına sahip. Yukarıda belirttiğim gibi, girişi biraz sakat. Fakat kitap tam ortasında adeta bölünüyor ve özellikle

Wiesn und München

Resim
Geçen yıl bugün, bu saatlerde, Münih- Augsburg treninde sağ ve sol yanımda birer Alman abla olduğu halde yolculuk etmekteydim. Açıkça trenin tüm kompartıman ve vagonlarına hakim olmuş olan bira kokusu, zerre içkiyle imtihan olmamış kimi mütedeyyinlerin bile kafalarını güzellemişti. Trendeki toplam promil oranının milyarlarla hesaplanabileceği o serin Bavyera gecesinde tren eğlenceli ve esrik Münih'ten, sıkıcı ve soğuk Augsburg'a doğru sallanarak ilerliyordu, pek tabii. Dünyanın en güzel festivaline iştirak etmenin verdiği haz, biranın yaratabileceği özgür ve barış içindeki dünyamızdan hiç şüphesiz çok daha güzeldi. Germen halkını soğuk, kaba ve ırkçı bulan leziz Türk havsalası, birkaç bardak Mass Bier'ın tüm dünya halklarını nasıl kardeş yaptığına tanık oluyordu olmasına da, kafası iyiyken bu yargıyı idrak edemiyordu, idrak edebileceği bir sabaha uyandığındaysa o geceyi hatırlayamıyordu. Sonuç, statükonun devamıydı. Birayı sevdiğim için Almanlara dost değilim. Fakat Almanla

Periyodik Açılım Seansları

Resim
Can Dündar ve Celal Kazdağlı'nın 1997 yılında yazmış oldukları "Ergenekon" adlı kitabı okurken, Turgut Özal'ın cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemi anlattıkları bölümün bu sıralar pek gündemde olan "Kürt Açılımı" projesiyle ne kadar da benzeştiğini gördüm. Birinci Körfez Savaşı dönemine rastgelen ve emperyal güçle birlikte hareket etmeye çalışan iktidarın yaptıkları ile İkinci Körfez Savaşı'nda benzer bir tavrı göstermeye çalışan ama bir türlü beceremeyen AKP'nin "geç olsun, güç olmasın" müşevviğiyle Üçüncü Körfez Savaşı'nın ilk adımı olacak(!) ABD'nin Irak'tan çekilme sürecinde yapmaya çalıştıklarının nasıl da benzeştiğini göreceksiniz. Bakın şu satırlar o kitaptan: "Özal'ın Kürt sorununa ilgisi aslen Körfez Krizi'yle başladı. 17 Ocak'ın ilk saatlerinde patlayan savaşta, Bağdat rejiminin karşısında uluslararası bir koalisyon vardı ve herkes Saddam'ın devrileceğine kesin gözüyle bakıyordu. O dönemde Cumhurbaşkanı

Hükümetimizin Hayvan Sevgisi!

Resim
Hükümetimiz ve onun sadık takipçileri arasında hayvan sevgisinin ne denli yaygın olduğunu Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in Cakarta gezisi vesilesiyle hatırladım. Şimşek, Cakarta'da şeker mi şeker bir kaplan yavrusuyla kameralara poz verirken aklıma hemen eski AKP'li Başbakan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Kenya'ya yaptığı gezi sırasında sevdiği sevimli çita geldi. Sayın Gül bu gezide safariye katılmış, bir sürü vahşi hayvanın yaşadığı doğal parklarda fotoğraf çekmişti. Fakat çektiği hiçbir poz, kendisinin aşırı sevimli bir çitayla verdiği poz kadar güzel olmadı! AKP'li kurmayların engellenemez hayvan sevgileri kimi zaman aynı sevimli sonuçları vermiyor tabi. Hatırlarsınız, "İsyankar At Cihan" Başbakan Tayyip Erdoğan'ı sırtından atmıştı! Şimdi o isyankar atın adına kurulmuş feysbuk grupları, youtube hesapları rahmetli atın anısını yaşatmakta. Fakat biraz araştırınca Sayın AKP'lilerin hayvan sevgilerinin de sahte demokratlıkları kadar "fake&qu

Eskişehirliliğe Övgü!

Resim
Bir haftayı aşkın süredir Eskişehir'deyim. Tüm bu 1 hafta boyunca Eskişehir'in yeni trendlerini, keşfedilmeye değer yerlerini ve genel olarak kenti inceleme fırsatı buldum. Eskişehir elbette benim yaşadığım 1995-2000 yılları arasındaki görünümünden epey uzaklaşmış durumda. Fevkalade etkileyici bir dönüşüm geçirdiği ortada. Dahası artık Türkiye'nin her kesiminden insanlar şehre karşı ilgi duymaya başladılar. Yani şehir kendi içinde bir dönüşüm yaşarken öyle ya da böyle tanıtımı da eksiksiz yapıldı. Bu nokta da son derece önemli olsa gerek. Eskişehir'in ortasından akıp geçen bir nehir, Porsuk herkesin dilinde. Aslında Porsuk akmıyor tabi. Son derece durağan bir sudur Porsuk. Yaz- Kış, çok güçlü bir rüzgardan başka hiçbir şey kımırdatmaz onu yerinden. Öylece durur o, çevresindeki tüm hayata aldırmadan. Çevredeki tüm o genç kitle, dar alana sıkışmış muazzam kalabalık devamlı yer değiştirmektedir. Suyun üstüne kondurulmuş köprülerde tüm bu canlılık ve akıma ister istemez kat

Ankara Sinemaları- Bir İmtihan Meselesi

Haftasonu NTVMSNBC'de "Filmler artıyor, salonlar kapanıyor" başlıklı bir haber okudum. ( Tıklayın ) Haberde kapanan sinema salonlarına bakınca, kapanmalarına hiç de üzülmediğimi anladım! Ankara'da kapısına kilit vuran salonlar şunlarmış: 1- Ankara Batı 2- Ankara Cinemagic 3- Ankara Derya 4- Ankara Mithatpaşa 5- Ankara On 6- Ankara Ankapol 7- Ankara Nergiz Derya ve Nergiz salonlarına daha önce hiç gitmemiştim, fakat diğerlerinin rezilliğini çok yakınen biliyorum! Ankara Batı sinemasında Ezel Akay'ın bir filmini izlemiştim, sanırım 2005 ya da 2006 idi. Salonun ortasında kocaman bir kolon vardı ve bu kolon yüzünden filmin %40 lık bölümünü izleyememiş, dolayısıyla filmin o tarafında neler olmuş anlayamamıştım! Cinemagic havasızlığı ile nam salmış bir sinemaydı. Mithatpaşa'nın yeri güzel olmasına rağmen müthiş rahatsız koltukları ve anormal küçük perdeleri vardı. On sinemasını hatırlayamıyorum bile. Ankapol'de ise dönemin meşhur filmi "Babam ve Oğlum"

Şehirlerin Ruhundan Müziğin Tınısına*

*Nietzsche'nin ilk ve harika eseri Müziğin Ruhundan Tragedya'nın Doğuşuna'ya atıfla. Italo Calvino'nun bir muhteşem eseri "Görünmez Kentler" hatrıma geldikçe, şehirleri kendimce tanımlama çabasına girerim. Şehir onu tanımlayabileceğimiz bir varlık mıdır, bilmeden. Şehrin bir kosmosu olduğuna inanırım. Bu inanç tam olarak tinden doğar, içimde hissettiğim varlıktan. Bir içgüdü ya da sonradan kazanılmış duygu beslemesi içinden geçip gitmekten olduğum şehri tanıdığı anda harekete geçer. Eğer varsa hayaller gelir gözlerimin önüne; bir zamanlar o kentte sevdiğim güzel kadının yüzü, hatları belli belirsiz canlanır. Şunu derim hemen; "ben hala o kadını seviyorum." Bundan kaç yıl önce ve ne kadar yaşandığı asla sorun değildir, sevgi canlanır içimde aniden. Bu sevgi hali kimi aşırı tutucu aşıklar tarafından sapıklık olarak nitelendirilir; sapık olan ne varsa seviyorum derim ben de. Kentleri asla sadece kent olarak nitelendirmem. Hafızama kaydetmenin yollarını

Dağ Fare Doğuracak!

Bu iktidar dönemi hiç şüphesiz icraatlarıyla, başarılarıyla değil "yalakaları"yla anılacak! İktidara ruhunu satan her kim varsa çıkıveriyor meydana ve başlıyorlar teranelere: "Bu kan dinsin!". "Bu savaştan çıkarı olanlar çözüme engel olmaya çalışıyorlar!". "Analar acı çekmesin, gencecik çocuklar toprağa gitmesin!". "Günahım kadar sevmiyorum iktidarı, fakat şu Kürt açılımında destekliyorum onları!". Ben bu yeni nesil edebiyata "İktidara kapılanma edebiyatı" diyorum. Hayatında Kürt kimdir, Kürtleri asimile etmek ne anlama gelir bilmeyen muhafazar tiplerle, üç beş solcuyla takılan pek demokrat liberal solcuların oluşturduğu bu edebiyat çevresi son dönemin en bilinen eserlerine imza atmaktalar! Medyadaki kanaat önderliğini Fehmi Koru'nun yaptığı bu "taraf"gir iktidar yalakaları, Kürt lafının geçtiği yerde adeta ereksiyon olan liberal solcu cenahla biraraya gelince başlıyorlar edebiyata. Sonra değmen benim gamlı yaslı

Damage Has Been Done!

I pick on an issue nowadays, somebody called it "Kurdish Initiative". That is neither about giving the rights for free sex of Kurdish people, nor exempting the Kurdish people from any kind of government taxes. (According to me what they really need is what I've just written!) As you have already thought since I wrote this issue in my blog, I precisely wrote what urged me to be a nuisance man. That's absolutely related with being an eyewitness to an unreal "initiative", a bargain of special territory, Northern Iraq! This Monday, the Interior Minister of the Republic of Turkey will be releasing what the government already arranged in order to stabilize their position on the issue. But on the same day, the Democratic Society Party(or DTP) will declare Abdullah Öcalan's road map for demands of Kurdish people. That is the simple example of how DTP and Öcalan are getting together and how their speeches are roughly in line with each other. We have no doubt

Üniversitelerde Hazırlık Sınıfı Belirsizliği

Yükseköğretim Kurulu'nun 28 Haziranda aşağıdaki yönetmelikte yaptığı değişikliğe göre artık Türkçe eğitim yapan üniversite ve yüksekokullarda öğrenciler hazırlık sınıfına zorlanamayacaklardır, diyor Radikal'in haberi . Hazırlık sınıfı okutmak isteyen üniversiteler öğrenimin %30'una tekabül eden kısmını İngilizce(ya da başka bir yabancı dil) yapmak zorundalarmış. Aşağıda kimi alıntılar yaptığım yönetmeliğe göreyse durum böyle bir "kısasa kısas"ı barındırmıyor. Buyrun: "YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARINDA YABANCI DİL ÖĞRETİMİ VE YABANCI DİLLE ÖĞRETİM YAPILMASINDA UYULACAK ESASLARA İLİŞKİN YÖNETMELİK (04/12/2008 Tarih, 27074 Sayılı Resmi Gazete) Yabancı dille öğretim ve yabancı dil hazırlık sınıfı MADDE 7 – (Değişik:RG-28/06/2009-27272) [...] 5) Birinci ve ikinci fıkralar kapsamına giren programlara yer veren fakülte, enstitü, yüksekokul veya meslek yüksekokullarının bağlı bulunduğu üniversitelerde yabancı dil hazırlık sınıfı açılır. Hazırlık sınıfı, rektörler arasında