Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

In Vino Veritas

Kötü bir İspanyol şarabı neler anlatır, bilir misin insana? Onda ademin gizleri yatar. Kaderi yazılıdır bakanın, dalgalarında. Rüzgarın savurduğu perdelerin hayaletçilik oynadığı yalnız bir odada, bilgelik demlenir... Gecenin kızıllığında ruh gezintiye çıkar, genç ve güzel kadınlar görür sokaklarda.  Maddi uygarlığa satılmış bedenlerin içinde. Homoseksüellerin gece yarısı özgürlüğünde,  Yaşamak direncini bulur.  Hava kömür kokar şehirde, odalarda şehvet parlar.  Bir Pazar gecesi böyle varır hafızaya. Cihannümadan baktı mıydı adam,  turuncu bir gökyüzü bir de duman görür ufukta. Ha, bir de küstah bir meydan okuyuşun timsali olan gökdelenleri, bulutlarda. O yüksek binalardan kahpe vücutlar düşecektir Pazartesi sabahında. İş ahlakının çıkarcı orospuluklarında, Medeniyet bir adım daha atacaktır boşluğa. Bir kadın daha bugün yakıştıramadığını giyinecektir  üstüne... Ve görenlerin takdirini kazanacaktır ist

İhsan'ın Bilmek Meselesi ve Yedinci Gün

Resim
Hulki Aktunç, İhsan Oktay Anar’ın 1995 tarihli ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası’nın ön sözünde, yazarın böyle bir kitap yazabilmek için binlerce tarih kitabı okumuş olması gerektiğini öne sürmüştü. Hemen bütün edebiyat eleştirmenlerinin ve Anar müptelası okurlarının, yazarın kitaplarının filmlere aktarılması noktasında hemfikir oldukları üzere, yazarın bizlere yarattığı dünyanın yüksek çözünürlüklü pitoresk nitelikleri, bugün artık hiç kullanmadığımız, dahası aslında hiç öğrenmediğimiz Osmanlıca kelimelerle yazılmış olmasına rağmen okur tarafından anlaşılmasında zorluk yaratmayan efsunlu dili ve nihayet bizlere anlatmayı tercih ettiği post modern masalların istihzalarla dolu derin çekiciliği, bizce de bu entelektüel tarih bilgisinin eseri olsa gerektir.  Öyle ki insan, neredeyse bütün kitaplarının özüne işlenmiş olan ve kendi adını verdiği karakterlerle izi sürülen (yer yer Prometheusçu ya da Foucaultcu anlamlara bürünebilen) bilmek istencini göz ardı edip, yapıtlarının salt kurmaca

Öpüş

Resim
Elimden tutup götürdüğü köşede, karanlığın içinden yayılan ışıkların ancak ulaştığı tabloyu sordu bana, gözleri çakmak çakmak parlarken; "Bu tabloyu biliyor musun?" Baktım, uzunca baktım. "Gustav Klimt'in." dedi. Daha önce görmemiştim. Görmüş olsaydım aklıma kazınırdı, şüphesiz. "Viyana'da görmüştüm." dedi. Viyana'ya da gitmemiştim. Merak ettim, adını sordum. Şehvet yanıyordu duvarda. "Öpüş bunun adı." dedi, anlamadım. Tekrar sordum, bile isteye. Mesajı almıştım, mesajı almıştı. Dudaklar yanıyordu lambalarda, bardaklarda kan vardı. Köhne, kagir bir barın dibinde aşk tutuşuyordu, Klimt'in altın sarısı erotizminden çağlayarak. İnsan şaşıyordu bazan, bir kadının bir erkeğe bunu yapmasına. Arzuyu, aşkı ve heyecanı böylesine estetik sunmasına. Çocukken kurduğu hayallerin, 25'inde gerçek oluşuna. "Öpüş"ün bu kadar yanık, "Öpüş"ün bu kadar ıslak oluşuna.

Yeniden yıkıntı...

Resim

5 Şubat Sabahının En Güzel Şiiri

saat çini vurdu birden: p i r i n ç ç ç ben gittim bembeyaz uykusuzluktan kasketimi egip üstüne acilarimin sen yüzüne sürgün oldugum kadin karanlik her sokaktaydin gizli her kösedeydin  bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. mavi. birtakim genç anneleri uzatirdi bir keman sen tutar kendini incecik sevdirirdin bir umuttun bir misillemeydin yalnizliga yalniz aski vardir aski olanin ve kaybetmek daha güç bulamamaktan sen yüzüne sürgün oldugum kadin kardesim olan gözlerini unutmadim çocugum olan alnini sevgilim olan agzini dostum olan ellerini unutmadim karim olan karnini ve önlerini orospum olan yanlarini ve arkalarini iste bütün bunlarini bunlarini bunlarini nasil unuturum hiç unutmadim kibrit çak masmavi yanardi sesin ormanlara ormanlara yüzünün sesi  en gizli kelimeleri akitirdi agzima su karangu su acayip su asyali askin solugu kesen agulayan ormanlarinda yasadim o kisa ve korkunç hükümdarligi ve çarpintili yüregim saçlarinin akintisinda karadeniz'e karisi

Keşke yalnız bunun için sevseydim seni...

Resim

Lanet Kader

Diş mineme, şişenin dibindeki son birkaç damla votkayı bastırıyorum. Dişim öyle şiddetli ağrıyor ki, zaman zaman hangisinin ağrıdığını bile karıştırıyorum. Çekileceği günün yaklaştığını bildiğinden, hem feryadı artıyor derinden, hem suçu başka bir dişe atmaya çabalıyor inceden, biliyorum. Acımın tarifsiz yükü dolduruyor ağzımı, kıymetini hiç bilmediklerim, hiç özen göstermediklerim, kesici dişler neyse de, o arkadakiler, azılar, 20'likler, köpek dişlerim... Hesap soruyorlar biteviye. Düne kadar emrimde çalışan dişlerim isyana kalkışıyor sırayla, biri susturuluyor, diğeri başlıyor..Ben yaşlandıkça... Dostlar yaşlanıyor, sevgiler yıpranıyor. Bizi bir arada tutan her şey, insanoğlunun pisliklerine boyun eğiyor. Kokuşuyoruz durduğumuz yerde, öylece beklerken kaderimizi. En sevdiklerimizin kazığını yedikçe birer birer, inancımız kayboluyor. Dişler çürüyor, kokuyor, sallanıyor ve düşüyor günü gelince. Ağız denen şu kavgada, her yan kan oluyor. Bir kadının insanı yıkıntıya çevirmesi, bir

Aslına Rücu

Bugüne değin aşık olduğun kadınlar...Sana aşık olduklarını söyleyen kadınlar... Büyük aşklar ve uzun zamanlar... Hepsi istisnasız, senden sonra ilk aşklarına döndüler. Belki sevişmediler onlarla, yeniden büyük bir ilişkinin içine girmediler ama iletişim kurdular, konuştular büyük bir huzurla. Seni, senin aşkını geçmişin kirli dokusunu yok etmek için kullandıklarını anlamadılar, çünkü senin onları terk etmiş olman en büyük günah olarak, şimdi yapılabilecek bütün hataları meşrulaştıran yegane timsal oldu. Sen ve senin tüm pisliklerin, gayri ahlakiliğin çıtasını yükselttikçe yükseltti, artık önceden mide bulandıran her şey yerini "karşılıklı anlayış"a bıraktı. Sen vicdanlarda mahkum edildin, iğrenç küfürler ve hakaretlere yazgılandın ve içine düştüğün yalnızlığınla özdeşleşerek "pure evil"ın resmi oldun. Onlarsa yaptıklarının artık vaka-yı adiyeden sayılması gerektiğine inandılar, yorgun suratlarındaki nefretinin sızdığı damarlarda en ufak bir titreme bile hissetmedile

28 Nisan 1936 ya da 23 Ocak 2012

"Neden tasalanmalı? Gene 29'daki gibi başıboş şiirler yazıyorum; çalışmadığım için, hayatın ortasında tek başıma ve mutsuz aylaklık ettiğim için sıkılıyorum; çevremde olup bitenleri görerek öfkeleniyorum. Eksik olan ne? Geçip giden 7 yıl mı? Pöh! Gençliğin hiç önemli bir yeri oldu mu benim uğraşımda? Hem bu yedi yıl yitip gitmeseydi de, benim için iyi sonuçlansaydı, diyeceğim, kalıcı şiirler yazsaydım, severek çalışsaydım, evlenip kendime göre bir düzen kursaydım, dünyanın cümbüşünü seyretmekten tat alsaydım; her şey bu dediğim gibi olsaydı, şimdi daha iyi bir durumda mı olacaktım? Değecek miydi? Şimdi şu masada daha mutlu bir insan olarak mı oturacaktım? Bir şeye bağlanmış olmanın, sorumluluklar yüklenmenin beni mutlu kılacağı karşılığını vermek, anlamsız bir şey söylemek değil mi, insan isterse, her zaman sorumluluk yüklenebileceğine göre? Öyleyse - öyleyse o kadın için mi böyle sızlanıp duruyorum? Beni aldatan, beni rezil eden o kadın için mi? Ama değişen başka bir şe

Fikri Hür, Vicdanı Hür, İrfanı Hür Galatasaray Taraftarları

Resim
Aşağıdaki alıntı, Galatasaray taraftarlarının geçenlerde internet üzerinden yaydığı bir metindir. Çok beğendiğim ve her kelimesine katıldığım için buraya iktibas yaptım. İyi okuyun: "Yıllardır peşinden çocuksu bir heyecanla koştuğumuz futbol topunun masumiyetini yitirerek kirlendiğini üzülerek kabul etmek zorundayız. Gönül verdikleri renkler ne olursa olsun, pek çok sporseverin de bu hayal kırıklığını paylaştığına eminiz. Futbolda organizasyon deyince 3-5-2 / 4-3-3 gibi saha içi dizilişleri hatırlayan sıradan insanların; futbol üzerinden haksız menfaat elde etmek için şike, teşvik primi, tehdit, baskı gibi sporun ruhuna tamamen aykırı araçları defalarca kullanmış organize suç şebekelerini ve çeteci zihniyeti hâlâ savunanları anlayış ve olgunlukla karşılaması da beklenmemelidir. Yemyeşil bir sahada, tertemiz bir topun yuvarlanması sonucu futbolun adaletinin 90 dakikaya sığdığına inananlar, savcılık makamının iddianamesini hazırladığı süreçte hiç olmazsa futbolu yönetme iddiasında o

Randevu'dan...

“sen her şeydin benim için, sevgilim, ruhumun hasretini çektiği, denizde yeşil bir adacıktın, sevgilim, bir pınardın, bir türbeydin, büyülü meyve ve çiçeklerle bezenmiş, ve tüm çiçekler benimdi. devam edemeyecek denli aydınlık düş; salt söylenmek için yükselmiş olan yıldızlı umut! bir ses haykırıyor gelecekten “ileri!” ama geçmişim (kasvetli uçurumum!) üzerinde süzülüyor ruhum, dilsiz, hareketsiz, şaşkın! çünkü ne yazık ki tükendi benim için yaşamın ışığı. “asla-asla-asla” (diyordu vakur deniz sahilin kumlarına) çiçeklenmez yıldırım düşmüş dal, havaya ağmaz kanadı kırık kartal. şimdi günlerim esrime içinde geçiyor ve geceleri gördüğüm düşleri kara gözlerinin ışıltısı göz alıcı akarsuların kıyıcığında semavi bir dans tutturan adımlarının parıltısı dolduruyor. yazıklar olsun! seni benden ve gümüş söğütlerin ağladığı, puslu iklimimizden alıp kabaran dalgalar üzerinde aşk’tan asil yaşa ve suça ve kutsallıktan uzak bir yastığa götürdükleri o lanetlenmiş zamana!" Edgar Allan Poe, Randev

Her şey yerli yerinde

"Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan, Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan Kuru güz yapraklari ucuşuyor rüzgarda." Ahmet Hamdi Tanpınar Kalbim yanıyor. Üzerinde kat kat yıldızlı tel örgüleri, kan sızıyor battığı yerlerden. Damlıyor, akıyor, kokuyor yavaş yavaş. Ruhun azabını kızdırıyor sıcağıyla. Sesler çoğalıyor, binlerce evin binlerce gözünde aynı savaş patlıyor sözlerle. Keskin çığlıklar, bükülen kollar, kuruyayazan göz pınarları, iğrenç küfürler, taşmış bir hezeyan, tükürük, kan, ifrazat, hakaretler, iftiralar ve haddinden büyük yalanlar. Şehir örülüyor bu pisliklerle. İçki kana, kan kalbe, kalp ayağa düşüyor. Gece ayyuka çıkarıyor sonsuz bencilliğimizi, uykular yürüyor gözlere ve unutturmak istiyor kötülükleri. Yıldızlar var, her yanda. Bulutlar örtüyor üstlerini. Işıl ışıl güzelliklerini saklıyor onların, yavaş yavaş büyüyen bir kızıl giriyor boşluklardan. Gökyüzü, yeryüzü, binalar, insanlar, kalpler, yaşamlar, kav

Yeraltım

Yeraltından Notlar için..; Uzun yıllardır kalabalıklar içindeyim; nereden baksanız 20 yıldır! 20 yıllık kalabalığın ezdiği omuzlarım, içe doğru çöktüler. İnsan sesleri, beni büyüten akraba nasihatları, kadınlarla kavgalar, erkek erkeğe yapılan taşkınlıklar sırasında kabaran gürültü. Kulaklarımın ne kadar meşgul olduğunu size anlatamam. Onlar omuzlarımın tersine; içeriye değil dışarıya doğru büyüdüler. Çok konuşan bir toplumun eseri olarak, sağ ve sol yanımda sarktılar. Bir de saçlarım.. Dökülmesini de ağarmasını da kadınlara borçlu kıvırcık saçlarım... Döküldüler, hiç durmadan arzuladığım kadınların hayalinin bir yan etkisi olarak. Ağardılar yer yer, beni insan evladı gibi biri olarak değil de daha çok bir kısrak gibi gören validem yüzünden... Ben bugün, dağılmış bir adamım. Herkesi kodlayan ve hayallerinin en uygun noktasına yerleştiren kocaman bir kalabalık tarafından darmadağın edilmiş bir adamım. Taşımak zorunda olduğum kişiliği taşıyamadığım için dağıldım, dağıtıldım. Beni bulmak