Buhran Sonrası Halk Evleri ve Köycülük
1929 Büyük Buhranının yaşandığı modern Batının
kapitalist düzeni Genç Cumhuriyet için ürkütücü olunca, “kendi özümüze dönüp
bir bakalım, belki bir şeyler buluruz.” Anlayışı devreye girdi. Kemalist
modernizmin yasa yapıcıları, halkı modernizmin şaşalı transformasyonuna sevk
edemedikçe, Rus Narodniklerinin yaptıkları gibi, halka doğru, “köy” e doğru
gitmeye başladılar. (Tıbbıyelilerin yürüyerek Yalova’ya gitmeleri bugün
tebessüm ettiren bir hatıradır.) Yapmaya çalıştıkları şey şuydu: Madem modern
kapitalizm krizler yaratıyor ve madem halk da modernliğe teşne değil, o halde
kendi modernizmimizi kendi özümüz olan köyden, tarım ekonomisini temel alarak
çıkartalım ve bir de bu şekilde deneyelim! Zaten hali hazırda namevcut bir işçi
sınıfı realitesi, yegane beşeri odağı köy olarak belirliyordu.
Tek Parti döneminin önemli bir ideolojik aygıtı olan
halk evleri girişimi özü itibariyle bu tuhaf romantizmin sonucuydu. Daha İslami
bir tandansta bulunan ve başına buyruk hareket eden Türk Ocakları (1912) yerine
Halk Evlerinin kuruluşu yeni Cumhuriyetin ideolojik hasletini ve absürd
çelişkilerini yansıtıyordu. Esasen bütün bir erken Cumhuriyet döneminin
muhtevasında bulunan alabildiğine romantik, trajikomik modernizasyon
girişimleri içerisinde, köycülük akımının denemeleri nispeten en az absürd
olanları bile denilebilirdi. Bunun nedeni de, şüphesiz o dönemin Türkiyesi’nin
tüm Avrupa ve Ortadoğu’da en az şehirlileşmiş ülke olmasıydı. Bu gerçeklikten
yola çıkan Kemalist kadro, şehirleşme ve sanayileşmeye düşman bir retorikle köylerde
Tek Parti propagandası yapmaya girişmişlerdi. Bizim “tuhaf romantizm” dediğimiz
de, tam olarak burada gizlidir. Batıyla özdeşleşmiş olan sanayileşme ve
şehirlileşme dışlanarak nasıl “Batılılaşılacaktır”? Burada düpedüz bir çelişki
vardır ve bu çelişkiye alternatif çözümler üretenler yine aynı köycülük akımı
içinden Nusret Kemal Köymen ve ayrı bir değerlendirmeyi şüphesiz ki hak eden ve
daha çok Latin Amerika kökenli Bağımlılık Okulu’nun tezlerini anıştıran Kadro
hareketi olacaktır.
Neyse ki bu romantik dönem, Bankacılık kökenli Celal
Bayar’ın ülkenin daha çok liberal sistem içerisinde sanayide ileri gitmesi
gerektiği yollu makalesinin yol açtığı tartışma ortamı ile son buldu. Son buldu
son bulmasına da, köycülüğün izleri her zaman Türk siyasetinde baki kaldı.
Başlı başına özel bir ilgiyi hak eden Köy Enstitüleri deneyimi ve toprak
reformuyla ilerleyen köy siyaseti, 1946 yılında Bursa’da kurulan Çiftçi ve
Köylü Partisi, 1958’de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi adıyla birleşen (Ve
bugün MHP formuyla her ne kadar modern gibi gözükse de önemli bir Kasabalılık
kültürünü taşıyan yapı) iki farklı siyasi parti ve 6 aylık kısa Türkiye
Sosyalist Emekçi Köylü Partisi macerasıyla çeşitli yol ve yöntemlerle yeniden
kurgulandı. Yine aynı dönemlerde egemen olan ve Mahmut Makal’ların, Fakir
Baykurtların, Kemal Tahirlerin başını çektikleri Köy Edebiyatı kültürel olarak
önemli bir yer işgal etmiştir.
İktisat temelli tartışmaların bir başka tarafında ise
Kadrocular duruyordu. Uzun soluklu olmamasına ve çok da fazla bir heyecan
uyandırmamasına rağmen Kadro hareketi özellikle akademik anlamda hayli ilgi
çekmiştir. Bunun arkasında, geliştirdikleri fikirlerin 1960’larda popüler hale
gelecek Bağımlılık Okulu’nun öncülleriyle ilginç benzerlikler taşıması
bulunmaktadır. Milliyetçi, sosyalist ve popülist karakteri ağır basan bu
fikirlerin iktisadi anlamda özünde ithal ikameci otarşik bir sanayileşme
politikası vardır. Bu anlamda, Fuat Ercan’ın belirttiği gibi, klasik marksizmin
anti-kapitalist niteliğinden çok Sombart / Weber çizgisinin kar ve piyasa için
üretim yapan kapitalist mantığına oturur ve Latin Amerika’daki sol örneklerde
olduğu gibi anti-emperyalist karakteri özünde taşır. Kadrocuların beri yandan
Tatar isyancı Galiyev’in görüşleriyle benzeşen yönleri de vardır. İlhan Tekeli
ve Selim İlkin, milli meseleye Stalin’den farklı yaklaşan Galiyev’in
argümanlarının Şevket Süreyya Aydemir üzerinde, 1920’de Bakü’de gerçekleşen
Doğu Halkları Kurultayı sırasında yapılan görüşmeler neticesinde önemli etkiler
bıraktıklarını yazar.
Kadro hareketinin entelektüel kadrosu, CHP’nin
ideolojik yol haritasını oluşturmaya çalışırlarken oldukça dikkatli
davranmalarına rağmen şiddetli tepkileri üzerlerine çekmişlerdir. Bu tepkilerin
büyük çoğunluğu bizzat hükümet kanadından gelmiş ve kamuoyundaki akisleriyle
birlikte Kadrocular üzerinde önemli bir baskı unsuruna dönüşmüştür. Esas
itibariyle bu baskıların arkasında rejimin kendi ideolojik aygıt ve
argümanlarını kendisinin belirlemek gibi bir imtiyazı hiç kimseyle paylaşmak
istemeyişi vardır. Tam da bu yüzden olsa gerek, 34 sayı yayınlanabilen dergi,
bizzat Gazi’nin Şevket Süreyya’yı Tiran’a “Zoraki Diplomat” olarak tayin
etmesiyle faaliyetlerini durdurmuş ve tarihe naklolmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder