Liberalizmin Türkiye’deki Taşlı Yolları
Bir keresinde AKP’nin kurucu aktörlerinden Mülkiyeli abimiz Abdüllatif Şener “Her Mülkiyeli biraz solcudur.” buyurmuştu. Siyasal Bilgiler’in önde gelen liberal hocalarından Aydın Yalçın’ın 1956’da yazdığı bir yazıdaki Keynes güzellemeleri düşünüldüğünde, filhakika yerinde bir tespit olduğu söylenebilir. Aydın Yalçın ve eşi Nilüfer Yalçın’ın ön ayak olduğu ve Türk siyasal hayatının özgün girişimlerinden biri olarak düşünülebilecek Hürriyet Partisi’nin ideolojik kaynağı olan Forum Dergisi’ndeki Keynesyen momentum bununla da sınırla değildir. H. Emrah Betiş’in belirttiği gibi, Ali Fethi Okyar’ın Cambridge mezunu oğlu, iktisat profesörü Osman Okyar da Keynes’ten yana tavır alır. O dönemler liberal düşüncenin büyük ismi F. Hayek’ten bahis açan neredeyse yok gibidir. Türkiye’deki liberalizmin fikri ufku, döneminin çevresel koşulları ve aydın duygusallığının tabii sonuçları itibariyle amorf nitelikler gösterir.
Salt bununla da kalınmaz; liberal
düşüncenin Türk izleğinde karşımıza planlı ekonomi savunuculuğu da çıkar.
“Liberal – sosyalist hal tarzı” olarak ifade edilen bu yaklaşım, siyasal
anlamda ABD’ye, ekonomi yönetimi anlamında SSCB’ye yaklaşan bir alternatif
karma gibidir. Temel ereğinde ise Türkiye’nin olabildiğince hızlı iktisadi
büyümesi meselesi vardır. Forum Dergisi’nin ekonomi algısında devletin
düzenleyiciliği fazlasıyla aşan rolü çekincesiz kabul edilir. Bu anlamda Forum,
liberal – sol bir dergi gibidir. Bu vizyonla Türk siyasal alanında kendine bir
yer açmaya çalışır ve Hürriyet Partisi örneğinde olduğu gibi sonu
başarısızlıkla sonuçlanacak bir siyasi girişimciliğe yelkenlerini açar.
Siyasetin rüzgarı Hürriyet Partisi’ni
tam da bu liberal – sol karması fikri muhteviyatı ve Batıcı aydınları
vesilesiyle CHP saflarına doğru iterken, Aydın Yalçın ve avanesinin Yeni Forum
adıyla çıkarmaya başladıkları dergi, bu sefer liberal düşünceyi Kemalizmle
buluşturma çabasına girişir. Elbette bu girişim de Kemalizmin otoriter mahiyeti
gereği ontolojik düzeyde bir takım kan uyuşmazlıklarıyla karşılaşacak, liberal
ekibin elinde Kemalizmin siyasal değerler setinden kala kala asgari vasatın ihyası
denilebilecek ucuz bir Batıcılık kalacaktır.
Aslında liberalizmin bu simbiyotik
davranış özelliği yalnız soğuk savaş döneminin antagonist mecrasında etkilerini
gösteren, muvakkaten gözlemlenmiş bir olgu da değildir. Bugün bile müstakil
anlamda liberalizm savunuculuğu yapan, siyasi bir takım değerler içerisinde
liberalizm söyleminin primus inter pares
olarak bile olsa ön plana çıktığı bırakınız siyasal parti, neredeyse hiçbir
oluşum dahi yoktur. Şu kadar ki, 90’lı yıllarda Yeni Forum’un daha çok liberalizm
teoreminin tercüme bürosunu andırdığı dönemlerin parlak isimlerinden Mustafa
Erdoğan ve Atilla Yayla gibi yerli liberal akademisyenler öncülüğünde “Liberal
Düşünce Topluluğu” ismiyle başlı başına liberalizmi iş edinmeye soyunan bir
yapı vücuda getirilmiştir getirilmesine de, bu isimlerin savundukları liberal
diskur Batı’daki örnekleriyle pek de
paralellik arz etmez. Topluluğun temel argümanları arasında daha çok Kemalizm
ve ordu düşmanlığı, bitmek tükenmek bilmeyen bir dini özgürlükler söylemi ve tipik
bir anti- aydınlanmacı Batı karşıtlığı vardır. Dahası üyelerinin büyük
çoğunluğu muhafazakar / mukaddesatçı siyasal yapısını, AB üyeliği hedefi, “değişerek
geliştim” gibi ifadelerle gizleyen AKP’ye ve onun malum kadrolarına bile isteye
destek verecektir.
Gizli ya da açık bir muhafazakarlık – taşralılık tandansında
ilerleyen bu yeni liberal hattın özgürlükçü niteliği öylesine tartışmaya
açıktır ki, LDT nam yapı (elbette Zühtü Arslan'ın da belirttiği gibi kültürel alandaki sol hegemonyanın da
etkisiyle) akla liberalizmle değil, AKP’ye teşne bir takım ikinci Cumhuriyetçi aydınlar
korosu olarak gelmektedir. Zaten zaman, bütün bu yargıları teyit edercesine bu liberal
ekibin ipliğini pazara çıkarmıştır. Güya liberal bu topluluk, Türk siyasetinde
yaşanan Cemaat / AKP çatışmasından etkilenmiş ve Özgürlükçü Düşünce Derneği ve LDT
olarak iki farklı gruba ayrılmıştır. Bir liberal düşünce platformunun
muhafazakar odaklı (ve bireylerden ziyade cemaatleri savunduğu her haliyle
ortada olan) iki siyasi / içtimai klikin zıtlaşmasının iz düşümü olarak ikiye ayrılması,
başta Türk liberal düşüncesinin öncüsü Prens Sabahattin’in ruhuna rahmet
okuturcasına kendi birey –karşıtı ilginç liberal kişiliklerini ve Türkiye’ye
özgü liberal anlayışın tuhaf ve samimiyetsiz niteliğini kanıtlar niteliktedir.
Yorumlar
Yorum Gönder