Kayıtlar

"Hayat mahveder bizi ama yenemez"

"Yoksa ben sigaraya kendi yeteneksizliğimin ayıbını yükleyebilmek için mi öylesine tutkundum? Acaba sigara alışkanlığımdan vazgeçsem o umduğum güçlü, üstün adam olur muydum? Belki beni tiryakiliğime zincirleyen de o kuşku olmuştur, çünkü insanın kendisini gizli kalmış bir büyük adam sanması rahat bir yaşam biçimidir." Italo Svevo, Zeno'nun Bilinci, Sayfa 22 Uzun zamandır bu kadar gerçekçi satırlar okumamıştım. Soğuk hücremde, dünyamın ibaret olduğu penceremden dışarı bakarken, ne kadar da büyük hissederdim benliğimi halbuki! Büyük binalar görürdü gözlerim, büyük binalar ve büyük insanlar. Sonra, gri mi gri bir gökyüzü. Onun altında da hiç durmadan çalışan otobüsler; umut, heyecan ve kocaman düşler taşıyan otobüsler.. Hissettiklerim çok da temelsiz sayılmazdı hatta; doğudan batıya ve güneyden kuzeye giden bütün yolların, penceremden baktığım yerde kesiştiğine tanıklık etmek ne demek bilir misiniz siz? Bunun nasıl bir tarihsel sorumluluğu vardır, varlığıma nasıl bir anlam...

Keşke zaman bu kadar gaddar olmasaydı

Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi? Cesare Pavese Sonsuzluk vardır; onun varoluşu taştadır. Yaşamın her nesnesi ve her anına anlam katmaya çalışanlar, bir taşta sonsuzluğu da bulurlar, hiçliği de. O taş orada öylece varolmuştur ve onu yokolmaktan alıkoyan yegane şey, sonsuzluğun kayıtsızlığıdır. Kayıtsızlıktır; yokolmak için bir neden gerekir. Manadır; varlığın özünü bununla açıklarız. Hayattır; taşı elinize aldığınızda sertliğini, fırlatıp attığınızda buna karşı koyamayışını, dağılıp gittiğinde o sertliğe tezat, güçsüzlüğünü gösterir. Acıdır, yüzyılların acısı içine işlemiştir, keyiftir ne düğünler, ne sevişmeler görmüştür. O taş ki, üstüne bir şair oturunca, dünya ona arz olunur, kelimelerin döküldüğü dudaklar kesif bir gerçekle dağlanır. O taş, anılardır. Anıların ağırlığı, dünyanın ağırlığıdır. O taşı yüklenmen mümkün değildir. Bu yüzdendir ki taşın biricik işlevi, üstüne oturulabilecek bir zemin yaratmaktır. Pavese'nin yaşamı ibare...

Hedonism

Arabalar paralel park edilmiş, ay mogan gölü'ne damlarken bir kadın ve bir erkek, o arabalara dayanmış öpüşürler. eller yanaklardan kayar pürüzsüzce, boynu tutar, hiç gitme demenin kadim anlatımıdır. bütün bir bozkır yavaş ilerleyen arabaların farlarıyla bir ışır bir sönerken radyo odtü, tam da sırasıymış gibi bize unuttuğumuz, uzun zamandır dinlemediğimiz lanetli bir şarkı çalar: hedonism. geceye, koca bir karanlığa haykırılan lirikler, anlamından soyunmuş ve yalnız o kadının harika sesiyle hayat bulurlar o an; aşk insanın tüm melekelerini dondurmuştur ve bir gün sonrasını hayal edemez haldedir. o anın dayanılmaz "yaşanma" hissi, yüreği parçalayan aşkın büyük şiddeti adamı yeisten, velveleden alıkoyar da hayat mogan'da sonsuzluğa ulaşır. bir gün geçer, o gün gelir, sevgili gitmiştir. sıkılmış ve gitmiştir. ayın yekpare bir kalbe yarılıp da düştüğü o gece unutulmuş, kadın gitmiştir. beyne notalar dolar, kusursuz bir nizamla bir araya gelir, sabaha kadar çalınırlar. uz...

Butimar’ın Boz Kanatları

I İran edebiyatının ornitolojik efsanesi Butimar Kuşu, sözüm ona deniz suyu içerek hayatta kalan bir kuştur. Butimar bir gün deniz kıyısına çöker, kocaman boz kanatlarını açar, denizi seyre dalar. Denize öyle bir aşkla tutkundur ki, suyundan bir damla içerse onun kuruyacağını düşünür, namütenahi bir endişeyle su içmeden, denizin başında öylece durur. En sonunda susuzluk Butimar’ı öldürür, deniz ise dingin ve vakar dolu, sonsuza parlamaya devam eder. Bazen öyle zamanlar olur ki, sevdiğiniz kişi tam karşınızda ve mutlak bir sessizlikle donanmış bir halde gözlerinize bakarken, bir cafenin köşesinde içinize bir kasvet çöker. Bu kasvet sizi hareket edemez kılar, sevginiz de diliniz de o kasvetin sirayet ettiği kanserli dokulara dönüşür. O kadını ya da adamı çok seviyorsunuzdur, sadakatiniz ve ilginizde hiçbir sakatlık yoktur, ilişkiyi tehdit eden bir ayrılık, ayrı kalma, gelmeler, gitmeler söz konusu bile değildir ama (ve işte tam da) bu sebeplerden ötürü kendinize biteviye “Ya bir gün ...

Frankfurt’tan Cebeci’ye: Hakan Günday

Frankfurt Hauptbahnhof… Bir yabancı. 100. yaşının doğum gününe hazırlanan birkaç sert kabuklu Alman’ın arasında, karşısındaki insanları anlama gayreti içine düşmüş genç bir yabancı. Çok uzun boylu sayılmaz. Tıknaz. Saçları siyah ve nispeten uzun. Kitaplar yazmış. Henüz hiçbiri Almanca’ya çevrilmemiş. Sert kabuklular arasında da Türkçe bilen birine benzeyen kimse yok. Mekandaki buluşmaya anlam katabilecek hemen hemen hiçbir şey yok. En azından daha oluşmamış. (Hiçbir kitabını okumadıkları, dahası okuma imkanlarının olmadığı, Türkiye’den çıkıp gelmiş bir yazarı merak eden bir kitleden bahsediyorum size. Olur şey değil.) Konuşuyorlar. Daha doğrusu genç adam anlatıyor ve yanındaki çevirmen konuşmasını Almanca’ya çeviriyor. Dinazorlar dinliyorlar. Dinledikleri şey yazları tatil için gittikleri Antalya’da nasıl kazık yedikleri. Budala bir turist sürüsünün toplumun belki de en üçkağıtçı tabakası arasında nasıl yolunduklarını gözlemlemiş bir adam, oturmuş, gözlerinin içine baka...

Mülkiye Edebiyat Topluluğu- Toplantı 2010 !

Resim
Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin edebiyat seven tüllabı tarafından yürütülen/yaşatılan Koza- Mülkiye Edebiyat Topluluğu 2010 yılındaki çalışmalarını belirlemek üzere biraraya geliyor. 4 Mart 2010 Perşembe günü gerçekleşecek toplantıda 4 başlık çerçevesinde tartışılacak konular şunlar: a) Vize sonrasına (Nisan) yetişecek olan Koza 2010 yazıları, görev paylaşımı, b) Bahar döneminde yapmayı planladığımız okumalar ve onların şedülü, c) Olası söyleşi planları ve düzenlenmesi düşünülen Ece Ayhan günü, d) Ve tabi ki yeni üyelerle tanışma Bu baharda, Mülkiye'de olup edebiyata dair bir şeyler paylaşmak isteyen herkesi toplantıya bekliyoruz! Tarih: 4 Mart 2010 - Perşembe Saat: 16.30 Yer: Alt Kantin / SBF

DT'nin 60. Yıl Oyunları - 1

Resim
Uzun zamandır tiyatro yazmıyorum. Sinema, romanlar ve siyaset derken tiyatroyu ihmal ettim. Açıkçası bu dönem çok fazla da oyun izleyemedim. 60. yılını kutlayan Ankara Devlet Tiyatrosu'nun yeni sezonda sahnelediği 13 yeni ve yerli oyunundan yalnızca 5'ini izleyebildim. Bu 5 oyundan Krem Karamel isimli rezalet oyun dışında 4'ünün kritiğini yapsam çok rahatlayacağım! Önce izlediğim ilk iki oyunu anlatayım. Efendim, bu sezon izlediğim ilk "yeni" oyun Geç Kalanlar'dı. Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncularından Pervin Ünalp'in yazdığı Geç Kalanlar, konusu itibariyle çok banal bir tema üzerine oturtulmuş. Birbirinin kıymetini bilmeyen bir çift var ve bu çift ilişkiye öyle ya da böyle dahil olmuş bir 3. "bilge" tarafından empati öğrenimine tabi tutuluyorlar. Oyun size bu basit konu üstüne bazı çeşitlemeler sunarak farklılıklar sağlıyor. Bu farklılığın en bariz olduğu nokta, özellikle 2. perde ile gelişen "görmüş geçirmiş" bilge kişinin nüktedan di...