Kayıtlar

Mükemmel Bir Eser; Itri & Bach...

Resim
"Itri ve Bach aynı yüzyılda yaşamış anca farklı zamanlarda ve mekanlarda sanatlarında zirve yapmış iki büyük müzik adamı. Biri klasik batı müziğinde diğeri klasik Türk müziğinde mihenk taşı olmuş iki büyük besteci. Bach'ın hayatı ne kadar detaylı biliniyorsa, Itri'nin hayatı bir o kadar gizemli. Bach'ın günümüze ulaşan eseri ne kadar çoksa, Itri'nin bir o kadar az. Bütün bu farklılıkları bir yana bırakacak olursak hiç şüphesiz müzik Bach ve Itri arasındaki en kuvvetli bağ. Üç sanatçıyı (Ertan Tekin, Murat Aydemir, Çağ Erçağ) bir araya getiren aynı kuvvet, müzik." şeklinde bir tanıtım yazısı bulunan, yukarıda adı geçen üç müzisyen tarafından icra edilmiş bulunan, Buhurizade Mustafa Itri ve Johann Sebastian Bach'ın eşsiz eserlerini dinlememize imkan vermiş olan çalışmadan bir parçayı dinliyorsunuz eğer linke tıkladıysanız... Unesco'nun 2012 yılını Itri yılı ilan etmiş olması hasebiyle gerçekleşmiş olan bu çalışmanın yapımcılığını Has...

Türkiye Ekonomisi ve Medya Sahipliği

Resim
---Bu yazı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde sunulmuş olan "Türk Medya Sektöründe Sermaye İlişkileri" başlıklı çalışmanın sonuç kısmından Türkçe'ye kısaltılarak çevrilmiştir.--- Türkiye’deki mevcut medya sektörünün sahiplik yapısının arka planında işleyen sistemi anlayabilmek için öncelikle Türkiye’nin ekonomik yapısının anlaşılması gerekmektedir. Bu yapının şifreleri ise Türkiye’nin büyüme odaklı ekonomisinin nasıl ve hangi aktörler tarafından yönlendirildiğinde gizlidir. Ekonomik büyümenin sektörel kompozisyonu ve yatırımcılar arasında bizim çalışmamızda da gösterilmeye çalışıldığı üzere bir takım bağlantılar vardır ve bu bağlantılar ekonomik ve siyasi aktörleri medya gibi kritik bir alanda çıkar masasına oturtmaktadır. Bu çıkar masasının işlevi öyle hayatidir ki, son 10 yıllık iktidar döneminin siyasal başarısının arkasındaki kumanda masası olduğuna dair yapılacak yorum abartı olmayacaktır.             Türkiye’deki siyasal sistemin devamlı...

Bir “Bozkırkurdu” olarak Walter Benjamin ve Auranın İşlevi

                          Bu çalışmanın amacı Alman düşünür Walter Benjamin’in  Das Passagen-Werk [Türkçe:  Pasajlar, çev.: Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yayınları, 2008] adlı yapıtında bulunan “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” denemesinin, yine aynı düşünürün tarih felsefesi içerisinden geliştirdiği özgürleşim kavramıyla ilişkisini ele almak ve yazarın “aura” olarak adlandırdığı sanat yapıtına içkin özel atmosferin yitiminin hangi bağlamda özgürleşim olanağı ile ilişki kurduğunu ortaya koymaktır. Benjamin’in “geleneğe tutunmak suretiyle tahakküm araçlarından kurtulmak” yöntemi ile sanat yapıtının aurasının yitiminin sonuçları arasındaki bağı açığa çıkarmak olarak teferruatlandırılacak olan yaklaşımın yanı sıra, Benjamin’in birbiriyle zıt konumda olan düşünceleri hangi saiklerle savunduğu da ortaya konulacak ve ünlü düşünürü neden bir “ Bozkırkurdu...

On the Way of Adorno's Criticism of Popular Culture

Resim
"T he culture industry no longer has anything in common with freedom. It proclaims:  You shall conform, without instruction as to what; conform to that which exists anyway, and to that which everyone thinks anyway as a reflex of its power and omnipresence. The power of the culture industry's ideology is such that conformity has replaced consciousness. The order that springs from it is never confronted with what it claims to be or with the real interests of human beings.”  Theodor Adorno One may argue that it is almost impossible to envisage oppositional, alternative and critical ways of thinking and acting. This has a meaning which is counterpart with what  Adorno had tried to reveal. Well, all these arguments are still valid today? This question has to be answered by who has some criticism about the today's world order which merely looks like a "quelle horreur" grotesk picture, rather than a heaven on earth. If one that seek to reply Adorno...

In Vino Veritas

Kötü bir İspanyol şarabı neler anlatır, bilir misin insana? Onda ademin gizleri yatar. Kaderi yazılıdır bakanın, dalgalarında. Rüzgarın savurduğu perdelerin hayaletçilik oynadığı yalnız bir odada, bilgelik demlenir... Gecenin kızıllığında ruh gezintiye çıkar, genç ve güzel kadınlar görür sokaklarda.  Maddi uygarlığa satılmış bedenlerin içinde. Homoseksüellerin gece yarısı özgürlüğünde,  Yaşamak direncini bulur.  Hava kömür kokar şehirde, odalarda şehvet parlar.  Bir Pazar gecesi böyle varır hafızaya. Cihannümadan baktı mıydı adam,  turuncu bir gökyüzü bir de duman görür ufukta. Ha, bir de küstah bir meydan okuyuşun timsali olan gökdelenleri, bulutlarda. O yüksek binalardan kahpe vücutlar düşecektir Pazartesi sabahında. İş ahlakının çıkarcı orospuluklarında, Medeniyet bir adım daha atacaktır boşluğa. Bir kadın daha bugün yakıştıramadığını giyinecektir  üstüne... Ve görenler...

İhsan'ın Bilmek Meselesi ve Yedinci Gün

Resim
Hulki Aktunç, İhsan Oktay Anar’ın 1995 tarihli ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası’nın ön sözünde, yazarın böyle bir kitap yazabilmek için binlerce tarih kitabı okumuş olması gerektiğini öne sürmüştü. Hemen bütün edebiyat eleştirmenlerinin ve Anar müptelası okurlarının, yazarın kitaplarının filmlere aktarılması noktasında hemfikir oldukları üzere, yazarın bizlere yarattığı dünyanın yüksek çözünürlüklü pitoresk nitelikleri, bugün artık hiç kullanmadığımız, dahası aslında hiç öğrenmediğimiz Osmanlıca kelimelerle yazılmış olmasına rağmen okur tarafından anlaşılmasında zorluk yaratmayan efsunlu dili ve nihayet bizlere anlatmayı tercih ettiği post modern masalların istihzalarla dolu derin çekiciliği, bizce de bu entelektüel tarih bilgisinin eseri olsa gerektir.  Öyle ki insan, neredeyse bütün kitaplarının özüne işlenmiş olan ve kendi adını verdiği karakterlerle izi sürülen (yer yer Prometheusçu ya da Foucaultcu anlamlara bürünebilen) bilmek istencini göz ardı edip, yapıtlarının salt kur...

Öpüş

Resim
Elimden tutup götürdüğü köşede, karanlığın içinden yayılan ışıkların ancak ulaştığı tabloyu sordu bana, gözleri çakmak çakmak parlarken; "Bu tabloyu biliyor musun?" Baktım, uzunca baktım. "Gustav Klimt'in." dedi. Daha önce görmemiştim. Görmüş olsaydım aklıma kazınırdı, şüphesiz. "Viyana'da görmüştüm." dedi. Viyana'ya da gitmemiştim. Merak ettim, adını sordum. Şehvet yanıyordu duvarda. "Öpüş bunun adı." dedi, anlamadım. Tekrar sordum, bile isteye. Mesajı almıştım, mesajı almıştı. Dudaklar yanıyordu lambalarda, bardaklarda kan vardı. Köhne, kagir bir barın dibinde aşk tutuşuyordu, Klimt'in altın sarısı erotizminden çağlayarak. İnsan şaşıyordu bazan, bir kadının bir erkeğe bunu yapmasına. Arzuyu, aşkı ve heyecanı böylesine estetik sunmasına. Çocukken kurduğu hayallerin, 25'inde gerçek oluşuna. "Öpüş"ün bu kadar yanık, "Öpüş"ün bu kadar ıslak oluşuna.